07.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  T¸rkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
Bilgin Elektronik Yayıncılık ve
İletişim A.Ş.
7.4 şiddetinde konuşma
Deprem yürekleri dağladı ama beyinlerde de ciddi sarsıntılara yol açtı. Toplumun her kesimi yavaş da kendini eleştirmeyi öğrenirken, "Depremden sonra hiçbir şey aynı olmayacak" diyor... İşte bir örnek. Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, bakın dün neler anlattı, hepimize dair...

1982 ANAYASASI
MEŞRU BİR ANAYASA DEĞİL: Çıplak bir uyarıda bulunmak zorundayım. Türkiye, meşruluk debisi neredeyse sıfıra yaklaşmış bir Anayasa'yla yeni yüzyıla giremez, girmemelidir. Meşruluk, toplumbilimin, siyaset biliminin en önemli kavramlarından biridir ve örselenemez. İki türlüdür, biçimsel meşruluk, maddi meşruluk. Anayasa "biçimsel açıdan" meşru değildir, Anayasa'nın maddi meşruluğu da kalmamıştır. Çünkü:

* 1982 Anayasası, halk ya da halkın özgür iradesiyle seçilen bir kurucu iktidar, parlamento tarafından değil, kapatılan parlamentonun sıralarına oturtulan atanmış kişilerce yapılmıştır.

* Anayasa tartışmaya kapalı tutulmuştur.

* Tartışma yasağına koşut olarak tek yanlı bir beyin yıkama bombardımanından sonra oylama yapılmış, halk iğfal edilmiştir.

* Anayasa benimsenmediği takdirde diktanın süreceği mesajı verilmiş, ölümü gören eli böğründeki halk çaresiz sıtmaya razı edilmiştir.

* İçini gösteren, "seni mimlerim" zarflarıyla gizli oy ilkesi çiğnenmiştir.

* Tek oyla hem devlet başkanı, hem de Anayasa oylanmıştır. Her ikisini destekleyenlerin ya da onlara karşı olanların sayısı, oranı belirsizdir. Üstelik devlet başkanı için zaten seçme sözkonusu değil, çünkü tek adaydır.

OYLAMA SAKATTI: Görülüyor ki, toplumla yapılan bu sözleşme (Anayasa) tehditle fesada uğratılmış bir iradeyle benimsetilmiştir. Göstermelik oylama hukuken sakattır. Bu yüzden Anayasa biçimsel meşruluktan yoksundur, geçersizdir. Bu tür yollarla halkoyuna sunulan anayasaların sağladığı çoğunluk her ülkede yüzde 97 ile yüzde 100 arasında gerçekleşmiştir. Bir bilimadamının belirttiği gibi, Türkiye'de yüzde 93 çoğunluk, halkın onuruna saldırıyla elde edilen ayıplı bir çoğunluktur. Kurşun yerine oy kullanılarak kabul ettirilen 1982 Anayasası, bir tür ferman anayasasıdır.

KİMSE ARKASINDA DURMUYOR: Taşıdığı bu imalat yanlışları nedeniyle derin siyasal ve toplumsal bunalımlar üreten, toplum dokusunu yırtan bu Anayasa'nın arkasında artık onu kotaranlar bile durmuyor, duramıyorlar ki, "demokrasiye vurgun Türk çocukları" dursunlar.

DEVLET
ANAYASAL OLMAYAN DEVLET: Türkiye bugün bir anayasalı devlettir ama anayasal bir devlet değildir. Ancak bir hukukçu olarak şunu vurgulamak zorundayım. Anayasayı eleştirmek başka, ona uymak başkadır. Bu Anayasa, yeni anayasayla yürürlükten kalkıncaya dek, ona uymak yasal bir yurttaşlık görevidir.

CUMHURİYET YÖNETİYOR: Türkiye'de demokrasi cumhuriyeti yöneteceğine, cumhuriyet demokrasiyi yönetiyor. Bu durum değişmeli. Cumhuriyette hukuku devlet üretir. Devleti memurlar yönetir. Demokraside hukuku halk üretir. Devleti hukuk yönetir. Cumhuriyet önce yurttaşı, sonra bireyi yaratmayı, demokrasi önce bireyi, sonra yurttaşı oluşturmayı amaçlar. Fransa da Türkiye de bugün Cumhuriyetle yönetiliyor. Ama rejimleri optimal demokrasi değil.

DEVLET YANSIZ OLMALI: Çağcıl demokraside devlet düşünceler karşısında yansızdır. Hukuku, düşünceleri barış içinde yarıştırmak için kullanır, yasaklamak için değil. Türkiye yasalarla beyinleri ezilmeye, sesleri kısılmaya çalışanların ülkesi olarak 21'inci yüzyıla girmemelidir. Yapılacak iş, düşünce suçları olan hükümler kaldırılmalı, suçlara eylem çağrısı yapan, suça kışkırtan hükümlerdeki sözcükler, suçların yasallığı ilkesi gereğince, belirgin kılınmalıdır.

LAİKLİK
KIRILMALARA UĞRADI: Laiklik ülkemizde çarpıcı kırılmalara uğramıştır. Popülist ve devletçi kaygılarla, teokrasi ve laikçilik arasında salınıp durulmuştur. Cumhuriyet, egemenliğin kaynağı açısından laik, devlet örgütlenmesi açısından teokratik, dini yönlendirme açısından laikçi bir devlettir. Laik, teokratik ve laikçi niteliklerinin ağırlıklarını gözettiğimizde, din ve devlet ilişkisi açısından Türkiye'nin rejimi, demokrasi peçelemesi altında, kimileyin laiklik kırması bir teokrasidir, kimileyin laiklik kırması bir laikçiliktir. Ancak hiçbir zaman tam laik değildir. Kanımca ideolojik laikçiliği, teokrasiyi bırakıp laikliğe dönmenin tam sırasıdır.

YARGI
KRİSTAL ÖZENİYLE YAKLAŞMALIYIZ: Adaletin kirlenmemesi için, yargıya kristal özeniyle yaklaşmak zorundayız. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin seçimi, yürütmenin, siyasal organın etkisine açıktır. Kurul'da Adalet Bakanı ve müsteşarı doğal üyedir. Oturumları gizli ve yönetsel kararları yargı yoluna kapalı olan kurul bağımsız olamaz. Aynı şekilde denetimi Adalet Bakanlığı'nca yapılan yargı da yürütme ve yasamanın karşısında bağımsızlığını koruyamaz. Kanımca yargının özlükten denetimine değin bütün işleriyle ilgili olarak bağımsız bir Yüksek Yargı Kurulu oluşturulmalıdır.

YARGIYI SOLDURDULAR: Kararnameyle yasayı birbirine karıştıran, yargıçlarla savcıları memurlaştırmak isteyen kerameti kendinden menkul bir hukuk anlayışı, yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki eşitliği ortadan kaldırmıştır. Yasama ve yürütmenin parlak lüksü yargıyı soldururken, aslında yalnızca yargının değil, devletin de saygınlığı, onuru soldurulmuştur. Yavru vatan Kıbrıs, eşitlik sorununu çözmüş ve anavatana bu konuda ders vermektedir.

MAFYA UMUT OLDU: Sığlaşan hukuktaki her yanlış, patlamaya hazır bir kriter oluşturuyor. Çarpık hukukun ürettiği davalar yığınının göçüğünden insanımızın kurtarılması gerekir. Dura dura bayatlayan adalet yüzünden umudunu mafyaya bağlayanların makus talihlerinin yenilmesini istiyorum.

SİYASETE BULANMIŞ YARGI: Siyasete bulanmış, ya da bulanma olasılığı bulunan, adaleti siyaset terazisinde tarttığı izlenimi uyandıran bir yargı, ne denli duyarlı olursa olsun, kirli adalet salgılar.

DEVLETİMİZ YALNIZ KOVBOYU OYNUYOR: Atatürk, yıllar önce, "Gözlerimi kapayıp mücerret yaşadığımızı farkedemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız kalamayız" dediği halde, devletimiz yasama organınca benimsenen ulusüstü hukuku bir türlü içine sindirememiş, "yalnız kovboy"u oynuyor.

"Yeni bir Türkiye istiyorum"
YARGITAY Başkanı Sami Selçuk, şu andaki Türkiye ile olması gereken Türkiye konusunda da şu görüşleri dile getirdi:

İKİ TÜRKİYE VAR: Ülkeme baktığımda sırtını birbirine dönmüş iki Türkiye görüyorum. Bunlardan biri, efsanevi bir kurtuluş savaşını başaran, Cumhuriyeti kuran, onca travmalara karşın demokratik sabır ve erginlik sınavından yüz akıyla çıkan, ekonomik ve kültürel dinamikleriyle dışa doğru yayılan, genişleyen, dipdiri, capcanlı bir Türkiye. Birinci Türkiye, yani doğru ve gerçek olan, Atatürk'ün kafasındaki Türkiye işte budur.

Buna karşılık, her şeyi geriden izleyen, halkıyla mahkemelerinde sürtüşen, halkına güvenmeyen hep içe doğru patlayan, yayılan, genişleyen, birinci Türkiye'ye yetişemeyen, hastalık irisi hantal bir Türkiye. Bu ikinci Türkiye'dir, yani yanlış ve öykünmeci Türkiye'dir. Atatürk'ün tasarladığı Türkiye bu değildir. Gönül isterdi ki, ülkemiz sık sık demokrasi göçüğü altında kıvranan bu ikinci Türkiye ile, Sokratessiz, Descartessız, Nobelsiz üçüncü bine girmesin. Ama işte giriyor.

YA NASIL BİR TÜRKİYE: İçleri boşaltılmamış, sulandırılmamış evrensel kavramlarla düşünen ve üreten, dünyanın kıyısında köşesinde değil, odağında yer alan, tarihe maruz kalan değil, tarih yapan, çağın ruhuna denk düşen bir Türkiye istiyorum.

* Uygar yüzlü, 1930'lara mıhlanan değil, bilimin ışığında gelecek üreten Atatürkçülük istiyorum.

* Düşük yoğunluklu, yozlaşmış, büyük ağabeylerinin vesayetiyle icazetli, bize göre bir demokrasiyi reddediyorum. Eşit bireylerden oluşmuş özgür halkın, özgür halk tarafından, özgür halk için yönetimi anlamında çıtası yüksek bir Türkiye istiyorum..

* Hoşgörünün de ötesinde "öteki benim eşitim" diyen, birbirlerine meydan okuyarak saygı duyan, berikilerle ötekilerin hak ve özgürlükleri çiğnendiğinde, kendilerinin hak ve özgürlükleri çiğnenmişçesine çiğneyenlere karşı çıkma ortak bilincini, akılcı eleştiri, tartışma, sorgulama, algılama kapılarını açık tutma yeteneklerini kazanmış özgür ve demokrat insanların yaşadığı demokratik cumhuriyet istiyorum.

* Çoğulculuğun doğal sonucu olarak, din ve devletin karşılıklı bağımsızlığı ilkesine yaslanan, barışçı, kırılmalara uğramamış, özürsüz ve ödünsüz laikliği geri istiyorum.

* Devletin, devletlerin özgür birey ve halk için olduğu anlayışını temel alan, insanların evrensel ahlak kodu sayılan hak ve özgürlükleri gerçekleştirmeyi kaygı edinen, gözeneklerine değin içselleştirdiği hukukun üstünlüğü omurgasıyla ayakta duran anayasayla örgütlenmesini istiyorum.

* Yargının ivedi gereksinimlerinin kısa vadede karşılanmasını, üst mahkemeleri, yargı kolluğu, akademisi, binalarıyla halkın ve Türkiye'nin saygınlığına yaraşan yetkin adli yargı istiyorum.

* Demokrasinin utkusuyla taçlanmış, baskı ve terörden arınmış, barışa kavuşmuş bir Türkiye ve dünya istiyorum.

Atatürk'ü severken boğdular
YARGITAY Başkanı Selçuk, Atatürkçülük üzerinde de çarpıcı değerlendirmeler yaptı:

* Tarih yapan her eylem adamının başına gelenler, Atatürk'ün de başına gelmiştir. Bu bir sınavdır. Atatürk ve Atatürkçülük, bilinçli yurttaşlar sayesinde bu çetin sınavı aşacaktır.

* Kimileri ona tasarlayarak sövüyor. Bu bir haçlı seferidir. Bu konuda diyeceklerim kısa ve kesindir. Bu saygısızlığı bırakınız. Atatürk kadar, kısa yaşamını halkına harcayan, yoğun hizmet eden önderler pek azdır.

* Türk halkının, geri kalmış ülkeler halklarının kurtuluşunda, çağcıllaşmasında en büyük pay onundur. Ben burada konuşuyor, sizler orada başınız dik dinliyorsanız, inananlar camiye, kiliseye, havraya gidiyor, esnaf alışverişini yapıyor, çiftçi toprağını sürüyorsa, bütün bunları ona ve arkadaşlarına borçluyuz.

* Atatürkçülük karşıtlarının en tehlikelileri, kanımca, donanım yetmezliğinin yüzeyselliğinde yaşayan gizli antikemalistlerdir. Bunların bir kesimi, sondaj, arşiv cımbızıyla Atatürk'ün bir sözünü alarak kendi ideolojileri yararına kötüye kullanmayı huy edinmişlerdir.

* Sözgelimi, TBMM'yi açarken 'Padişah ve Halifeyi kurtarmak'tan söz eden Atatürk'ü padişahçı-halifeci, cumhuriyet ve laiklik karşıtı ilan ederler. Bir bölümü de onu boyutsuz biçimciliğe, giysi, imaj çağdaşlığına, sahte ve kozmetik batılılaşmaya kilitlerler. Antikemalistlerin bir bölümü, Atatürkçülüğü, katı bir ideolojiye dönüştürürek, onu güdükleştirip dondurmuşlardır. Yıllarca Atatürkçülük diye Atatürkçülük vurgun yemiştir.

* Gizli antikemalistlerin ortak yöntem yanılgısı, Atatürkçülükten Atatürkseverliğe ulaşacak yerde tersini yapmış olmalarıdır. Atatürk'ü adeta severken boğmuşlardır. Atatürk ideolog ve ideokrat, Atatürkçülük ideoloji ve ideokrasi değildir. Bilimin yaşama uygulanmasıdır.

* Kurtuluş Savaşı'nda din sömürüsünden çok çeken Atatürk ve arkadaşlarının dini denetim altında tutmaları anlaşılır bir tutumdur. Ancak demokraside bu tutum sürdürülemez.

* Atatürk, demokrasiye iki talihsiz denemeyle geçmek istemiş, başaramayarak ertelemiş, ama, "Demokrasi sırası geldikçe uygulanmalıdır" diyerek bunu bizlere bırakmıştır.


Bu sayfa Bilgin Elektronik Yayıncılık ve İletişim A.Ş. ile
Yöre Elektronik Yayımcılık A.Ş. işbirliğiyle hazırlanmıştır.