Kocaeli depremi dogal bir afet miydi? Yoksa suni olarak mi yaratildi? Bu konuda hemen deprem sonrasinda bir takim teoriler ortaya atilmaga basladi. Kimine gore Ruslar bomba patlatmisti ve bu da depreme neden olmustu. Kimi Yugoslavya'ya atilan bombalarin yer kabugunun dengesini bozdugu icin depremin oldugunu soyluyordu. hatta bazilarina gore bu isi PKK da yapmis olabilirdi. Basbakan'a bile bu soruyu CNN'de yoneltmislerdi. Kimi de bunun baska bir terorist orgutin isi oldugunu, veya uzay arastirmalarinin bir parcasi oldugunu soyluyordu. Ancak bu teoriler arasinda en akla yatkin olani Futur@Times'da yayinlanan arastirma dizisinde yer alan hikayeydi. Bu senaryo'ya gore, San Andreas fay hattinda meydana gelebilecek buyuk bir depremin Amerikan ekonomisine cok buyuk zarar verecegini bilen ABD, yer kabugundaki degisimleri izleyerek, daha deprem olusmadan tektonik katmanlar arasinda artan basinci degisik noktalardan patlatip bosaltarak, buyuk depremi kucuk depremler haline donusturmenin yolunu bulmustu. Yillarca once Rus asilli Amerikali bilim adami mucit Nikola Tesla tarafindan gelistirilen bu "dusuk frekansli elektromagnetik isinimla yuksek enerji nakli" teknigini hem Ruslar ve hem de Amerikali'lar uzun zamandir bir silah olarak kullanmanin yolunu ariyorlardi. Bu yontemle cok uzaktan, hatta uzaydan genis alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak Pentagon yillardir cok guclu bir silah gelistirmek amaciyla uzerinde calistigi bu projeyi, bir yandan da barisci "deprem indirgeme" sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmak ve fonlama devamliligini saglamayi amacliyordu. Bu nedenle proje once Avustralya'nin ciplak ve seyrek nufuslu aciklik bolgelerinde denendi ve gelistirildi. Daha sonra bunun deprem bolgelerinde denenmesine geldi sira. Degisik zamanlarda Kafkaslar'da, Okyanus tabaninda ve Guney Amerika'da Ant'larda tektonik uyarilar verilmek suretiyle enduktif deprem yaratma konusunda buyuk adimlar atildi. Bu arastirmalar Amerika'da HAARP ve diger askeri tesislerin kumanda merkezlerinden yurutuluyordu. Bu arada Turkiye, Japonya ve benzeri deprem bolgelerinde de sismik ag sebekeleri kurularak bu bolgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarlarin kayitlarina geoirilmeye baslandi. =DCniversiteler ile ortak projeler gelistirilerek yuzlerce bilim adamina Amerika'da deprem konusunda arastirma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliligi esasti. Bu nedenle tum iliskiler paravan arastirma kurumlarinca yurutuldu. Ancak zaman zaman bilgi sizintisina da olanak verilerek halkin bu konuda bir genel fikri olmasi istendi. Kobe'de ve daha baska yerlerde meydana gelen depremlerin arkasindaki gariplikler halkasi bu sekilde bazi cikar guruplarinin, teror veya mafya orgutlerinin isi gibi gozterilmek istendi. Bunda da buyuk olcude basarili olundu. Ve gun geldi bu sistem Turkiye'de denenmek istedi. Bolge zaten bu amacla yillardir sismik espiyonaj altindaydi. ABD'nin asil hedefi, Kuzey Anadolu fay hattindaki deneyden elde edecegi tecrube ve bulgulari, San Andreas fay hattina uygulamakti. Bu is yine cok yuksek askeri gizlilik tasidigindan yurutme isi Israil'li uzmanlara verilmisti. Gerekli makina ve donanim gizlice denizaltilarla Golcuk ussune getirilerek oradaki, yeralti-denizalti korunaklarina kuruldu=2E Turk makamlari durumdan detay bazda haberdar degildi. Bunu Israil'lilerle yurutulen askeri tatbikatin bir parcasi olarak dusunuyorlardi. Israil'liler Amerika'lilarla gece sartlarinda bazi elektro-sismik haberlesme tatbikati yapacaklardi. Deney basarili olacagindan zaten sonunda kimse farkli bir seyin farkinda olmayacakti. Bu amacla GeceSahini Ttatbikati'nin (Operation NightHawk) saat 03:00'te baslamasi planlanlandi. Gece saat tam 03:00'te dugmeye basilacak ve GeceSahini devreye alinacakti. O an uzay filmini andirir devasa cihazlar calismaya baglayacak ve bir iki dakika icinde de olusturduklari muazzam enerjiyle Marmara'nin altindaki tektonik tabakayi zayif yerlerinden kirip, aylardir olusan basinci disari atacaklardi. Boylece buyuk bir deprem onlenois olacakti. Bu arada bazi kucuk depremlerin meydana gelmesi bekleniyorsa da bunlar onemli boyutta olmayacakti. En azindan planlanan buydu. Ama o gece sabaha karsi birseyler yanlis gitti. Ve beklenen gerceklesmedi. Bir anda hersey olup bitmisti. Doga kendini yonetmege kalkanlardan bir kez daha intikam almisti. 45 saniye suren deprem beklenenin 10,000 kat ustunde bir gucle gelmisti=2E Heryeri bir anda yerle bir etmisti. Zayiflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiginde, gece saat 03:05'i gosteriyordu. Daha birkac dakika oncesine kadar koruganin icinde sampanya patlatmayi bekleyenler, simdi korkudan buz gibi donmus gibi hareketsiz ayakta duruyorlardi. Kimsenin agzini bicak acmiyordu. Onbinlerce insan, coluk cocuk, o an enkaz altinda can cekisiyor veya cansiz yatiyordu. Bu dusunce ile hepsi yerinde urperdi. Bu tarihin en buyuk felaketiydi. Hem de insan eliyle yaratilan. Sessizligi Israil'li komutanin buz gibi emri bozdu: "Lets pack! We're moving out! Call Operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!" Iste o andan sonra cantalardan cikan Q plani calismaya basladi. Ilk once bolgedeki tum haberlesme ve elektrik enerjisi felc edildi. Dort dakika icinde Israil Basbakani Barak ve Amerikan Baskani Clinton ile irtibat kuruldu. O anda Israil'de Ben Gurion'un Lod askeri havaalanindan 4 adet savas ucagi esliginde iki nakliye usagi havalaniyordu. Iki dakika sonra da Israil Deniz Kuvvetleri ve NATO Guney Deniz Saha Komutanligi'na bagli tum birlikler DEFCON4 Acil Durumuna gecirildi. Amerikan 6nci Filoya bagli gemiler de rotalarini Istanbul'a cevirmek icin Pentagon'dan emir aldilar. Bu icin 1900'lerin basindan beri Nikola Tesla adindaki Rus asilli Amerikali bilim adaminin bulusu olan "elektromagnetik enduksiyon teknigi" (Tesla Makinasi) kullanildi. Tesla Makinasi'nin nasil calistigi hala bir sir ama Amerikalilar'in uzun zamandir bu makina uzerinde calistiklari biliniyordu. Tesla, ilk olarak ilkel bir duzenek ile 1908 yilinda Sibirya'da Tsunga bolgesinde bir deney yapmis ve burada meydana gelen patlama 600 km uzaktan duyulmustu. Tsunga'daki bu olay sonrasi olusan cevre tahribati korkunc boyulardaydi. Hirosima'nin 40.000 katina yakin enerji aciga cikmisti. Patlamanin etkisi kilometrelerce kareye yayilmisti. Ancak ortada en ufak bir krater veya metal kalintisi yoktu. Bu durumda goktasinin dusmus olmasi ihtimali ortadan kalkiyordu. Bilim adamlari Tsunga'da hala ne oldugunu tam olarak cozmus degiller. Ancak yillardir Avustralya'da karada acik arazide ve Kaliforniya'da da su ustu ve su alti askeri tesislerde bu deprem Tesla makinasi denenmekte oldugu da sir degil. Buradaki garip tabiat olaylari ve sik sik olan depremler ile bilgiler Internet'teki sitelerde bile yer almakta. Ancak baslangicta askeri amacli olarak gelistirilen bu acaip doga silahi daha sonra kaynak sorunuyla karsilasinca barisci amaclarla da kullanilacak sekilde adapte edildi (tipki atom bombasinin ve TNT'nin oldugu gibi). Makinanin Kaliforniya'da San Andreas fay hattinda olacak muhtemel bir deprem oncesi kullanilmasi dusunuldu. Tesla Makinasi sayesinde fay hattindaki enerji birikimi cok yuksek duzeylere cikmadan, gerilim daha kucukken suni depremlerle desarj edilerek bosaltilacak ve boylece buyuk deprem onlenecekti. Ancak bu teorinin denemesi ve deneylerle gelistirilmesi gerkliydi, hata ve kusurlarin asgariye indirilmesi sartti. Bunun icin de San Andreas'a benzeyen faylara, catal yapan fay gruplarina ihtiyac vardi. Boyle bir fay grubu da iste Turkiye'deki Kuzey Anadolu fay hattiydi. Geometrisi ve jeolojik yapisi ayni San Andreas karakterindeydi. Kuzey Anadolu fayi ile San Adreas fayi, tipa tip birbirine benziyordu. Bu fay uzerinde yapilacak bir on desarj deneyi Kaliforniya'daki gelecekte olacak depremler icin cok sey ogretebilecekti. Amerika bu amacla yillarca deney yapti bu ve buna benzer deprem bolgelerinde. Asker acisindan da bu bulunmaz bir nimetti. Bu suretle hem projeye masum bir kilif bulunuyor hem de finansman icin yeni kaynaklar saglaniyordu. Ancak yine de toplu imha silahi olma ozelligi ile bu makina askeri nitelikteydi ve onunla ilgili hersey "=C7ok Gizli" damgasini tasiyordu. Iste Amerikalilar bu nedenle Izmit'teki fay hattindaki hareketleri ve enerji birikimini buyuk bir gizlilik icinde, herkesden habersiz ama cok yakindan takip ettiler. MTA'nin ve diger jeolojik olcum kurumlarinin verilerini inceleyerek ve uzaydan bolgeyi izleyerek burayi adeta abluka altina aldilar. Son gerilimi de boylece cok onceden haber aldilar. Ancak Amerika'nin bolge ile ilgili bu hareketliligi ne kadar gizli olursa olsun bazi kaynaklara yansimaktan kurtulamadi. Iste Adini bile bilmedigimiz ancak kendisini Kanada'li bir bilim adami olarak bildigimiz bir kisi her nasilsa bu gizli verilere bir turlu ulasarak bolgede bir deprem olacagini ve bunun icin bolgenin takip altina alindigini anladi. Ve bunu kendi amaclari dogrultusunda yaklasik 48 gun ve 240 km hata ile yayinladi. Ancak ne bu bilim adamina ne de yayinina daha sonra nedense kimse dikkat etmedi. Hatta bu faciadan sonra kimse cikip ta bu bilim adaminin kim oldugunu sormadi, onu ortaya cikartip bu kadar az yanilma payiyla boylesi bir depremi nasil onceden tahmin edebildigini soramadi. Adam hala bir sir, kim, nerede kimse bilmiyor. Iste izlenen bu enerji birikimi bir sure sonra depreme neden olabilecek buyukluge erisecek ve belki de Istanbul'u da tehdit edebilecek bir depreme neden olabilecekti. Bu noktada bilmiyorum, Amerikalilar konuyu boyle mi aktardilar bizimkilere yoksa haber dahi vermediler mi? Ama o gece Golcuk'te askeri tesiste ve acikta Marmara'da deniz altinda bu Tesla makinasi kurulmus ve calismaya hazir hale getirilmisti bile. Belki de bizimkilere bunun rutin fakat askeri amacli gizli bir proje oldugunu soylediler. Belki de Istanbul'da olabilecek bir depremin basincini azaltacak bir askeri sistemi deneyeceklerini soylediler. Bilemiyorum, ama bir turlu bizimkileri bu ise razi ettiler. Bizimkilerin de belki de iyi birsey yaptiklarini sanmalari icin bu deneyin Istanbul'u kurtaracagini soylemis olmalari bile muhtemel. Peki Israil askerleri'nin bu projede yeri neydi? Israilli askerler ve ust duzey subaylari o gece Golcuk'te ne ariyorlardi? Bu devir teslim toreni her yil yapilan rutin bir ulusal torendi. Uluslararasi bir kimligi yoktu. Ama iste Israil subaylari ve ust duzey yetkilileri yine de oradaydilar. Ancak bunun nedenini simdi cok daha iyi kavriyabiliyoruz. Onlar oradaki Tesla makinasini kurmak ve calistirmak ve onun gizliligini korumak ve her ihtimale karsi birseyler ters giderse onu imha etmek icin oradaydilar. Bizimkilerin ise birseyden haberi yoktu. Bize guvenen de yoktu zaten. Is Israil'e ihale edilmisti. Ancak o gun nedense Israillilere hic kimse bu gune kadar hic katilmadiklari bu devir teslim torenine neden katildiklarini kimse sormadi. Ya saskinliktan ya da telastan, enkaz altinda kac Israil askerinin oldugunu, kacinin yaralandigini soran da olmadi. O felakette kac Israil askerinin oldugunu ne Genel Kurmay yayinladi ne de Israil boyle bir bilgiyi aciklamak nezaketini gosterdi. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardim icin geldikleri seklindeydi. Hemen bir hastane kurdular ve yaralarimizi sarmaya yardimci olmak icin de daha sonra o bolgede bir yerlesim merkezi kuracaklarini acikladilar. Neden? Esas amaclari enkaz altindaki askerlerini ve onemli askeri malzemeyi cikararak goturmekti. Gerisi paravan operasyondu. Biz de "bak su Israil'e helal olsun hemen yardimimiza kostu" diyerek sevindik. Deprem neden gunduz bir saatte degil de cok ilginc bir sekilde gece saat tam 03:02 de oldu? Sanki 03:00 saati depremin baslamasi icin ozel olarak secilen bir saat gibi. Boyle gec bir saatte olacaklari kimsenin gormesi olasi degil, gozlemci riski en az duzeyde. Tipki bir askeri operasyonda oldugu gibi talimatlara saat tam 03:00 olarak giren baslangic saatinde yesil isik yakildi ve Tesla cehennem makinasi yer altindaki siginakta ve deniz altinda calismaya basladi. An gec bir iki dakika icinde de gucu en ust duzeye ulasmis olacakti. Aynen de oyle oldu. Makina gurultuyle enerji toplamaga basladi. Statik elektrik enerjisi. Bu sirada, Avustralya'da ve Okyanus'ta bu tur suni yaratilmis depremler oncesinde gorulen elektrik bosalmasi, hava yarilmasindan olusan isiklar ve patlamalar olustu atmosferde. Ve arkasindan da makinanin bosalmasi ile birlikte yer yarildi ve olusturulan enerji dogaya akitildi. Ancak hesapta doganin oyunu yoktu herhalde. Olusan deprem hem beklenenden cok uzun hem de cok daha guclu cikti. Siddeti 7.4 'e ulastiginda Amerika'da aletler 7.8'i gosteriyordu. Ve buyuk bir patlama ile her sey kontrolden cikti. Tesla deprem makinasi depremin enerji gerilimine dayanamayip parcalandi ve ortaya cikan guc yer altinda muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yeralti labrotuvarlarinin tam ustundeki, herseyden habersiz uyuyan yuzlerce askeri barindiran ve 8 siddetindeki depreme dahi dayanikli olmasi gereken askeri tesisler unufak olarak dagildi. Hesaplarda hata yapilmis belki de fay hattinin tepkileri ve enerji dagilim degerleri yanlis hesaplanmisti. Her ne olduysa oldu ve doganin beklenmeyen bu gazabi butun cevreyi yerle bir etti. Tabi durum derhal Amarika'ya Clinton'a, bizde de cumhurbaskanina ve basbakana bildirildi ve bir onlem olarak tum bolge ve hatta butun Istanbul 4 saat sureyle bir haberlesme ablukasi altina alindi. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiriyle haberlesmesi istenmiyordu. Cumhurbaskani dahi sabahleyin cikip "benim de telefonlarim kesikti" gibilerinden garip bir aciklama yapacakti ve biz de buna bir anlam veremeyerek, adamin yasliligina ve beceriksizligine baglayip tenkid edecektik. Halbuki gariban adam ne soyleyebilecegini dahi bilemiyordu. Tam bir saskinlik icindeydi. Asagi tukurse sakal yukari tukurse biyik. Ne yapacaklarini bilemedikleri icin ne Cumhurbaskani ne de Basbakan saatlerce bir sey diyemedi, demec veremediler. Uzgunuz dahi diyemediler. Ancak sabah saat 9:00 sularinda TV ekranlarinin karsisina gecip halka soyle ustun koru bir aciklama yapabildiler. Durum vahsm'e benziyor dediler. O ana kadar Amerika'dan Clinton'dan ne yapacaklarina dair talimat bekliyorlardi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakif olan yardimcilarindan ve olaganustu milli guvenlik konseyinden gorus aliyor ve Turkiye'ye nasil yardim edilecegini hesapliyordu. Hemen gerekli sihhi yardim ekipleri organize ediliyor ve bolgedeki tum Amerikan askeri birlik ve filolarina Turkiye'ye hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Turkiye'ye tam destek vererek odemeye calisiyordu. Bu arada devreye Avrupa ulkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Turkiye icin sozler aliniyordu. Yunanistan bile tornistan ettirilerek Turkiye'ye karsi olan hasmane tutumuna son vermesi saglaniyordu. Tum Bati baskentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Hersey koordinasyon altindaydi, bir tek Turkiye disinda. Bizde ise bizimkiler ne yapacaklarina, olusan bu emrivaki felakete karsi nasil tavir almalari gerektigine bir turlu karar veremiyor, karasizlik icinde bocalayip duruyorlardi. Iste sabah saat 03:05 ile 06:30 arasinda Bati'da bu hareketlilik yasanirken bolgede de cok hizli ve cok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine dusmus oldugundan bu olaganustu gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Boylece bu isi planlayanlar, gecenin karanligindan da yaralanip deniz altindan parcalari yuzeye vuran Tesla makinasinin kalintilarini toplayip, yer alti ve ustundeki tum delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanlari canli canli gomerek tum izleri yok etmege calisiyorlardi. Ve bolgeye son hizla gelen Rus bilim gemisi dahi sabah saat 6:30 da bolgeye vardiginda, havanin aydinlanmasiyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamisti. Deniz altindaki olusan radyasyon anlasilmasin, dibe coken kalintilar arastirilmasin ve patlama sonucu meydana gelen deniz alti krateri ve cukur ortaya cikarilmasin diye bu bolge derhal askeri karantinaya alinarak dalisa yasak bolge ilan ediliyordu. Ancak butun bu temizlikler yapildiktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel'in bolgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onlarin dahi ne bolgeye ucuslarina ne de telefon irtibati kurmalarina izin vardi. Sanki koskoca Istanbul ve Kocaeli bolgesi uzaydan gelen yaratiklarca abluka altina alinmiscasina tam bir haberlesme karanligina sokulmustu Tek bir telefon dahi calismiyor, elektrikler verilmiyordu. Ancak Ecevit ve Demirel olan biteni iclerine sindiremediklerinden olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce sehidin de acisiyla bir turlu rahat hareket edip halkla butunlesemiyorlardi. Cogu yerde halkin arasina karisamadilar dahi. Sanki yaptiklarindan utanc duyuyor gibiydiler. Bir gazeteci cikip bu depremin ardinda PKK'nin bulunup bulunmadigini sordugunda, Ecevit ona "sen ne sacmaliyorsun kardesim, deprem ile PKK'nin ne alakasi var, sen kafayi mi yedin?" bile diyemedi. Sadece adamla goz goze gelmemege dikkat ederek "sanmiyorum" gibilerinden bize o gun icin cok abuk subuk gelen bir laf etti. Simdi anliyoruz ki meger adam o an ne tur tarifsiz acilar icinde kivraniyormus, omuzlarinda taisidigi onbinlerce cesedin agirligi ile. Peki Amerika sonra ne yapti? Hemen tum imkanlarini Turkiye icin seferber etmedi mi? Clinton cikip ta Amerikan halkindan Turkiye'ye yardim etmelerini istemedi mi? Kasim'da Turkiye'ye gelecegini ilan edip, Ecevit'in de bu arada Amerika'ya kendini ziyarete gelecegini haber vermedi mi? Evet Ecevit Amerika'ya bu felaketin ve binlerce sehidin diyetini konusmaga gidecekti. Belki de hukumet icinde sizan istihbarat bazi bakanlarin yabancilara karsi saldirgan tavir takinmalarina dahi neden olmus olamaz mi? Ilk anda cok yadirgadigimiz Osman Durmus'un cikip ta yabancilara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam demesini simdi yadirgayabiliyor musunuz? Simdi adamin yabancilara neden belki de bu kadar tersd oldugunu anlayabiliyoruz. Iste simdi soru su. Ne olenlerimiz geri gelir ne de anilarimiz. Ancak Izmit'te, Golcuk'te, Yalova'da, Halidere'de, Avcilar'da, Bolu'da, Duzce'de ve daha nice yerlesim merkezinde enkaz altinda yasamlarini yitiren binlerce mehmet, hatice, ayse ve ali'ye karsi bir vicdan borcumuz da mi olmayacak? Onlar geride gozleri yasli onbinlerce sevenlerini sicakliklarindan mahrum birakirken, sirf Kaliforniya'da joni'ler, mike'lar, susan'lar ve alice'ler yasasin diye yasamdan calindiklarini dunya bilmesin mi?

DEPREMI YASAYARAK OKUMAK Doc. Dr. Faruk Beser Bu gun 29 Agustos 1999. Depremden sonra ilk defa bilgisayarima kavusabiliyorum. On iki gundur ne gazete okuyabiliyor, ne televizyon izleyebiliyorum. Sadece ara sira radyo dinleyebiliyorum. Kim bilir deprem icin neler soylendi, neler yazildi, maalesef hic birini ne gorebildim, ne de okuyabildim. Onun icin yazacaklarimi muhtemelen cok kimseler de yazmistir. Olsun , okuyanlar bir kez daha okumus olurlar. Saniye saniye yasadigim bu ikinci depremi brandadan yaptigim cadirimin altinda tuttugum notlarla beraber sizlere anlatmak istiyorum. Depremin Birinci Gunu: 17 Agustos 1999 Sali. Gecenin saat 3.05 i. Masukiye'deki evimizde muthis bir gurultu ile uyandik. Uyandik degil, adeta havaya firladik. Bir sure karyolayla duvar arasinda gidip geldik. Garip ama, tipki acik bir romorkta tasinan ve romorkun dalgalanmasiyla bir oteye bir beriye vuran sigirlar gibi. Estegfirullah! Demeyin. Cunku insanlar bazan onlar kadar da olamiyor. Onlar masum hayvanciklar. Ya biz? Alabildigimiz elbiselerimizle hemen bahceye ciktik. Bati yonunden (Golcukten) korkunc gurultuler geliyor. Dunya sanki bir anda baska bir zaman buutuna girmis. Gurultuler, "yeter artik yaptiklariniz!" der gibi hisim dolu. Bir an, onceki algilamalar, dunyaya bakis, yasama anlayisi, zevkler hayaller, kurup planlamalar... evet butun bu ve benzeri duygular bir anda degisiyor. Dunya artik baska bir dunya oluyor. Tipki sairin dedigi gibi. Bitmez gibi bir zevk verirken beste, Bir tel kopar, ahenk ebediyyen bozulur. Ogleye kadar saskin bir halde bahcemizde kalakaldik. Kuzeye dogru dusseydi, iki enistesi ve aileleriyle birlikte annemi ve babami yere batiracak olan minarenin, bizim oturdugumuz eve dogru dustugunu bile disari ciktiktan ancak yarim saat sonra farkedebilmisiz. Ogleye dogru Adapazari'na gitmeyi deniyoruz. Hoca Arkadaslarimiz, dostlarimiz, ogrencilerimiz, evimiz, her seyimiz orada. Evimin gitmis olmasindan cok bilgisayarimi ve yazdiklarimi dusunuyorum. Bir omur boyu goznurumuz olan yazdiklarimizi. Artik Gazali gibi tekrar donup onlari kendi ilmimiz kilma imkanimiz da yok. Yollar mahseri andiriyor. Adeta "emziren emzirdiginden gafil". "Herkesin kendisini mesgul edecek bir isi var". ehre ulastigimizda gordugumuz manzara korkunc! Binalar adeta preslenerek paket yapilip yere birakilmis. Tipki eski hurda demirlerin, tenekelerin preslenerek bir yerlere yigilmasi gibi... Insanlar saskin. Is makineleri calisiyor. Maalesef kurtarma calismalarina istirak edemiyoruz. Bu ruhun bizde yeterince uyarilmamasindan mi? Bununla sanki baskalarinin gorevli oldugunu sanmamamizdan mi? Yasadigimiz saskinliktan mi? Ama zaten fert olarak yapabilecegimiz fazla bir sey yok. Her ne olursa olsun, yavrularini kurtarmak icin arslana saldiran tavugun canhiras duygulari ile betonlara saldirmaliydik. Varsin hasir betonlar ustuste oturarak insanlari, timsahin hamsi kadar baliklari agzinda cignedigi gibi cigniyor olsun. Hic boyle bir timsahin cenelerini kol gucu acabilir mi? Ama olsun! Yine de saldirmaliydik betonlara! Mal canin yongasi oldugundan mi, yoksa doyma bilmeyen nefsin bencil durtusu ile mi bilmiyorum. Ozanlar bolgesindeki evimize ulasiyoruz. Bu bolgede aslinda yikim cok fazla degil. Ama kaderin cizgisi, ya da fay hatti hemen bizim evimizin onunden geciyor mus ki, ayni cizgideki iki bina oturulamayacak kadar hirpalanmis. Stenin diger bloklarinda catlaklar var, ama sanirim cogu oturulabilir raporu alabilir. Bitisik binanin adeta yokolan birinci katindan Kemal Iskender arkadasimiz yarali da olsa, sag olarak cikabilmis. Uzuluyoruz. Cunku bu dairemizi tamamen borc ile almistik ve borcunun tamamina yakini duruyordu. Depremden bir ay once satliga cikarmistik. Cunku artik odeyemeyecegimizi anlamistik, kooperatifimiz de bitmek uzere idi. Oraya gecmeyi dusunuyorduk. Hic olmazsa kooperatif dairemiz kalmis olsa. Buna kuvvetle ihtimal veriyordum. Cunku deprem bolgesini hesaba katarak ne yapilmasi gerekiyorsa kacinmamistik. Orada buyuk hayallerimiz vardi. Yirmi bes arkadasimizla bir arada olmanin zevkini yasayacaktik. Alt katinda sohbet evi ve dersane planlamistik. Catiyi ortak kutuphane ve calisma mekani yapacaktik. Orasi belki de cikarmayi dusundugumuz dergimizin idare merkezi olacakti. Sitemizin adina dahi "Dergah Yapi kooperatifi" demistik. Gordugumuz manzara uzuntumuzu artirdi. Iki binamiz da oturulamaz durumda idi. Duvarlar dokulmus, odalardan birinin duvarina cakilan bir civide sivacilarimizdan birinin namaz kilarken giydigi cubbesi ve sarigi asili duruyordu. Bir an dusundum. Deprem eger bir ikaz ise bize de ikaz olmaliydi. Demek ne kadar zenginmisiz de zengin oldugumuzun farkinda olup onun geregini yapmiyormusuz. Sanki infak etme ve verme durumunda olanlar hep baskalari ve biz o dereceye henuz ulasmadik. Meger verebilecek ne kadar da servetimiz varmis. Olsun butun bunlar telafi edilemeyecek seyler degildi. Mal canin yongasi ama, yine de gelen kaza mala gelsin derler. Arkadaslarimizin evlerini gezmeye devam ettik. Ayhan Tekines'in oturdugu o guzelim ev dizustu cokmus ama egilmemeye gayret gosteriyordu. Kendisini bulamadigimiz icin gectik. Galiba depremden once o da sehirden ayrilmis. Hayati Yilmazlarin oturdugu sitede en az on arkadasimizin evi var. Oraya dogru korkuyla ilerliyoruz. Hayret, insaati hic begenilmeyen bu binalarda sadece basit catlaklar var. Seviniyoruz. Cunku bu binalar cokseydi, pek cok yetismis insanimizi kaybedebilirdik. Muhittin Akgun'un binasina cikiyoruz. Aman Allahim! Bu bir secde hali bile degil. Koca bina adeta yerle bir olmus. Icinde belki yirmi aileden fazla insan yasiyordu ve ben orada bulunan bir daireyetalip olmustum ve kira ile tutmus olsaydim simdi orada olacaktim. Iki sene once bes milyon sebebiyle daireyi tutmamis ve yikilan evimi satin almistim. Acaba hangi durumda daha karliyim? Bakin yine kari dusunuyoruz. Dekanimizin ve ulasabildigimiz kadar diger arkadaslarimizin evlerine bakiyoruz. Kimsecikler yok ama evlerde olum getirecek bir yikim da yok. Biraz teselli bulup koyumuze donuyoruz. Istanbul'daki dairemizin de oturulamaz oldugu haberi uzuntumuzu artiyor. Mali kaybimiz kadar, bunun bir ikaz olmasi bizi dusunduruyor. Acaba bu ne anlama geliyordu? "Ey dunyaya dalmamayi insanlara ogutleme durumundaki beyler! Bunu once siz kendi nefislerinizde tatbik etmelisiniz" mi denmek isteniyordu? Ama mali mulku olmakla dunyaya dalmak da farkli farkli seyler olsa gerek. Her ne olursa olsun, bizler muhtemelen hep maasimizin azligindan sozetmis ama uc ogrenciye olsun., maasimizdan burs verme yigitligini gosterememis insanlariz. "Allah hem mulku alan, hem de mulku verendir". Ama almasinin da vermesinin de esbabi vardir. "Hem yukselten, hem alcaltandir". Ama bunlar da bir sebebe baglidirlar. Insan ne garip varliktir ki, once kendini kandirir. Mal varligi acisindan hangi mertebede bulunursa bulunsun, hep bir yukarisina bakarak, onun yerinde olsa ne kadar yardimlar yapabilecegini soyler ve buna kendisini de inandirir. Oysa her mertebe bir asagisinin ustundedir. Depremin Ikinci Gunu. Evimizin onundeki harmanda cok yildizli yataklarimizdan ezanla birlikte kalkiyoruz. Havalar sicak ve yagmur yok. Bu bile ne buyuk bir nimet. Ya bir de bunlar olsaydi diyoruz. Belki diyemiyoruz da dememiz gerektigini zoraki de olsa dusunuyoruz. Yine bereket, boyle bir bos alanimiz var ve bizler su ve yatacak yer bulabiliyoruz. ehirler nadir gorulen bir sicaklikla kavruluyor. Insanlar oturacak bir golge bulmada bile zorlaniyorlar. Coplerden ve cesetlerden kokular gelmeye basladi. Nispeten derin olmayan yerlerdeki cesetler cikariliyor. Bu gun ikinci gun ve enistemiz Muhendis Huseyin Karaaosmanoglu'nun baba evinden bes cenaze kaldiriyoruz. Aslinda buna yurekler dayanamaz, ama afetin umumi olmasinin bir iyi tarafi da var ki herkes herkeste oldugunu biliyor ve bir nebze rahatliyor. Necmettin amca ve hanimi yolcularini tam bir mumin olma metanetiyle ugurluyor. Huseyinin kardesi Recep alcilarla kapli vucudunun icerisinden basini kaldiriyor ve esini ve iki yavrusunu son kez operek ugurluyor. O da babasinin metanetini gosteriyor. Biraz sasirmis, biraz aglamakli bir ifade ile "Emine'me cok dua edin, namazina biraz tembeldi" diyebiliyor. Bugun son cenazelerimizi ancak yatsiya dogru gomebiliyoruz. Mezarlikta Dunya Hafizlik birincisi ve benim bir sure ogrencim olmus Burhanettin Karal'i goruyorum. O da iki yavrusunu ve baldizini gommekle mesgul. Mezarlik gecenin bu saatinde ugultularla dolu. Bir taraftan surekli sallaniyoruz. Kefenlere bakiyorum. Cogu sadece bir carsaf parcasi. Cunku kefen alacak dukkan dahi kalmadi. Depremin Ucuncu Gunu: Cesetler ciktikca insan seli enkaz haline gelen binalarla mezarliklar arasinda gidip geliyor. Diger enistemizin baba evinden sekiz kisi kaldiriliyor. Hangi birine yetisebilelim ki? Bir birinde, bir oburunde gorunmeye calisiyoruz. Musa Amcamin kizinin evinden bes kisi. Bes imanli adam. Zor sartlarla bogusmus, tasarruf etmis cocuklarini okutmus, imanli ogretmenler yetistirmis Abdurrahman Enistemiz. Kendisi de bunun mukafaatini belki de hukmen sehid olarak almis. Tipki sehitler gibi elbisesini cikaramiyoruz. Sicaktan sismis vucuduna su tutuyor ve ancak yatsiya dogru defnedebiliyoruz. Ailesinden daha bes kisi enkaz altinda. Bazilarimiz gecenin bu saatinde tekrar Golcuge donuyorlar. Belediyemiz is makineleriyle sira sira mezerlar aciyor. Tipki Bosna'da, Kosova'da gordugumuz manzaralar gibi. Hazir mezarlar. Hazir elbiseler, hazir cadirlar... ve hazir cenazeler. Ne garip bir dunya... Arada sirada kulagimi TRT'nin FM radyosuna veriyorum. Ozel radyolar henuz yok gibi. Once olu sayisini bir genel olarak veriyorlar, sonra illere gore dagilimini... Haberin verilis bicimi tipki birkac ay onceki secim sonuclarinin aciklanmasini andiriyor. Ili: Kocaeli Olu sayisi: 3538 Yarali sayisi: 14887. Digeri de oyle degil mi idi? Ili: Istanbul Acilan sardik sayisi: 123 vd. Demek ki insanlar daha pek cok sayimdan ve hesaptan gecirilecekler ve her hesap digerinden cetin olacak. Depremin Dorduncu Gunu: Mezarliklar daha bir baska. Sanki bayramlarin negatifi. Gecenin ilerlemis saatlerinde mezarligin her kosesinde obek obek insanlar. Sesiz ve bitkin bir seylerle mesguller. Eniste Abdurrahman'in iki cocugunu ancak sahura dogru gomebildik. Cenazeler cok agir bir koku salgiliyor. Hicbir canlinin olusu bu kadar zamanda bu derece kokuyor olmamali diyoruz. Abim gidaciligin gosteriyor. Kalite farkindan olsa gerek diyor. Cunku en degerli gidalar curuduklerinde en agir kokuyu salgilarlar. Galiba dogru. Hazir mezarlar sira sira doldurulmaya devam ediliyor. Fikih kitaplari bile bu manzarayi hukme baglamaktan aciz gorunuyor. Kitapligim Adapazari'nda enkaz altinda ama koyumde bulabildigim Ibn Abidin Tercemesine bakiyorum. Gecenin ilerlemis saatinde el feneriyle bulabildigim kadariyla, cenazeler sismis ve yikanirken dagilma tehlikesi varsa uzerlerine su akitilir birakilir, diyor. Ondan otesi yok. Cenazeyi ya hic acamiyorsaniz ne yapacaksiniz? Aman Allah'in! Uc gunde bu hale gelen insandan giden ne ki kalan boyle olmus! Birisi Diyanetin fetvasini hatirlatiyor. Cok ikna olmasak da yapabilecek baska bir seyimiz yok ve muteakip cenazeleri geldikleri torbalari icerisinde defnediyoruz. Kalan cenazelerin artik verilmeyecegini soyluyorlar. Salgin hastalik tehlikesi basgosteriyor. Pekcok yabanci ulkeden kurtarici ekipler gelmis. Dunya bir reklam dunyasi. Hala depremin sokunu atlatabilmis degiliz ve hala 4-5 gucunde sallaniyoruz. Artik bu hayata alismamiz gerekiyor. Yer yer elektrikler veriliyor telefonlar baglaniyor. Gunlerimiz monotonlasmaya basladi. Depremin Besinci Gunu: Kavurucu sicaklar artarak devam ediyor. Bazi cenazelerimizi ancak sahura dogru gomebildik. Sallanmalar araliklarla devam ediyor. Depremin Yedinci gunu: Muthis bir yagmur yagiyor. Belki korkunc demek daha dogru olurdu. Nuh tufanini anlatirken Allah (cc): "ve gogun kapilarini bosalircasina bir yagmurla aciverdik" diyor. Tipki onun gibi bir sey. Sanki bir guc, "gazab-i ilahi isterse atesle isterse su ile tecelli eder" der gibi. Bir onceki halin ne buyuk bir nimet oldugunu simdi anliyoruz. Elbette bu halin de bir kotusu vardir ve insanlarin daha kotu olan durumlarda olmamalari kendi ellerinin basardigi bir sey degildir, mahza bir lutuf ve bir nimettir. Depremin On Ikinci Gunu: ODTU'den cevre muhendisi olarak mezun olup Dubayi'de yerlesen Suriye asilli bir arkadasim aramis. Istanbulda mutlaka bulusalim demis. Derdes Istanbul'a gittim. Muhammed Luey'i Topkapi Eresin Otelde buldum. "Turkiye'de Izmir'de deprem olmus dediler, dogrusu cok aldiris etmedim. Sonra haberleri dinleyince Izmir degil, Izmit oldugunu ogrendim. Merak edip telefonlara sarildim, sana ulasamayinca ve depremin boyutlarinin cok buyuk oldugunu gorunce hemen calistigim yardim kurulusuna gidip durumun vahametini anlattim ve mutlaka yardim etmemiz gerektigini soyledim. Bin, iki bin derken tam bir milyon liralik yardim topladik. Cadir gida maddesi vs. imdi bunlari yerine ulastirmada bize yardimci ol" dedi sevindim. Demek eski bir dostluk boyle bir yardimin gelmesine sebep olmus. Kendimi mutlu hissettim ve depremzedelere kendi katkim gibi saydim. Gercekte oyle olmasa dahi. Ame ertesi gunu hain bir gazete: "Araplar seyretmeye geldiler" diye baslik atti. Allahim, bu hainlere akillanincaya kadar derslerini ver ve bizleri de uyandir. Depremden Tespitler:
1. Bu felakette yardim duygulari yeniden uyarildi. Hemen herkes yardima kosuyor. Depremsedelere el uzatmaya calisiyor. Belki samimi olmayanlar da vardir, ama biz zahire gore hukmetmek ve bunlari tebrik etmek durumundayiz. Ama Daha ilk gunden itibaren her tarafta ozellikle Ankara Belediyesinin ekmekleri vardi. Istanbul Buyuk sehiri, Iski'yi, Konya Selcuk Belediyesini, Yimpas'i, Aytac'i Kombasani'i, Katra Holding'i ve benzerlerini gorduk. Bu cok onemli bir olay olmalidir. Ancak ne garip bir demokrasi ve ne menem bir laiklik anlayisi ki, insanimizi bu gucu gormekten ve bundan yararlanmaktan engelliyor. Devlet adeta yardimdan ziyade, inisiyatifi elden kacirmamak icin cabaliyor. oyle demekten de kendimizi alamiyoruz: "Ah, bu insanlar ne kadar da nankor! Ah bu milleti hortumlayanlar ne kadar da zalim!" Dogrusunu soylemek gerekirse, bu gucu temsil ettigini soyleyen siyasiler de onu cok kotu temsil ediyorlar, hatta hic temsil edemiyorlar. Onlardaki gevseme ve cozulme de temsil ettiklerindekinden cok daha fazla.
2. Depremin merkez ussu olarak tespit edilen yer, hatta zaman acaba kuru bir rastlanti mi? Bu konuda ve o gece orada yasananlari bilebilmemiz ve onlarla ilgili olarak saglikli bir yorum yapabilmemiz en azindan simdilik mumkun degil. Ama bunlar ileride cok konusulacaklar. imdilik birileri askere duyduklari nefretle bunlari abartabilir, birileri de oldugu gibi gorunmesini istemeyebilirler. Yanlis duymadiysam, yardimlarda ve kurtarma calismalarinda nicin asker lehine ayirimcilik yapiliyor diyen Kanal 6'yi, asker sivil ayirimi yapiyor diye kapattilar.
3. Hayatimda yasadigim ve duydugum en hikmetli, ya da hikmetleri en acik deprem, hatta olay bu depremdi. 67 depreminde de ben bu depremde bulundugum yerden sadece 20 metre uzakta idim. Lukse hitap eden mekanlarin, eglence yerlerinin, yildizi arttikca karanligi artan otellerin, luks mobilya magazalarinin hemen tamami yikildi. Yalova'da yikilan yerlerin yazliklar oldugunu radyolar daha ilk gunden itibaren duyurdular. Oysa yazliklar iki, ya da en cok uc katli kucuk binalar olmalidir. Butun bunlar lukse, sefahate ve azginliga bir ikaz olmalidir. Hatirladigim kadariyla Bediuzzaman da depremin olusturdugu korkunun, gayri mesru zevku sefanin karsiligi oldugunu soyler.
4. Bu depremde; yere batmalar, kabarmalar, korkunc gurultuler, suya batmalar, yikilmalar, cigliklar, olumler, kavurucu sicaklar, korkutucu yagmurlar, Tupras'in petrol kuyularinin yanmasiyla alevler ve dumanlar zuhur etti. Adeta Kur'an-i Kerim'in tarihte sozunu ettigi butun musibetleri bir nebze yasadik. Mesela Nuh ve Musa Kavimleri suya garkolmus, Karun, mali ile birlikte yerin dibine batirilmis, Semud Kavmi gurultulerle helak olmus, Lut Kavmi'nin alti ustune getirilmis, bazi kavimler tabir caiz ise dumanalti olmuslar vb. Bunlarin her birerlerinin meshur olduklari gunahlar ve azginliklar da bilinen seylerdir. Bundan soyle bir anlam cikiyor olmalidir: Butun bu gunahlar islenmekte idi ve her birine bir ikaz yapildi.
5. Bu defa bu musibetin hikmetlerini buyuk olcude halk da hissettigi icin bazi televizyonlar bunu dahi korkunc bir inancsizlik propagandasina cevirdiler. Kuru bir tabiat olayi oldugunu israrla anlatmaya calistilar. Cunku yillardir asiladiklari ve maalesef buyuk olcude de basarili olduklari sekularizasyon uygulamasi ciddi yara aliyor ve halk bilgi ile olmasa dahi, henuz korelmemis vicdani ile bir seylerin farkina variyordu. Hatta modernlesme adina eglenceyi, karma cilginliklari tesvik eden bir yayin grubunun gazetesi depremin ilk gunlerinde gobek atip eglenenleri tam sayfa resimleyerek, "Asil enkaz" diye sur mansetten verdi. Guya onlari takbih ediyordu. Gazeteyi goren bir yakinim: Halkin duygularini somurmekte dahi bir adim onde gidiyorlar ve su anda bunun nefretle karsilanacagini bildikleri icin onu lanetliyorlar, yorumunu yapti. Oysa bu insanlar gencleri bu hayata tesvik ederek kasalarini sisirmeyi meslek edinen insanlardi. Belki de o eglencede isimleriyle desifre ettikleri kisiler ticari rakipleriydi ve onlara tepki yoneltmek icin iyi bir firsat yakalanmisti. Halkin Nabzi: Deprem gunleri boyunca halkin yorumlarini dinlemeye calistim. Meseleyi herkes kendi penceresinden, ama kendini disarida birakarak degerlendiriyordu: "Tabii deprem olur kardesim. Siz Kur'an-i Kerim'i yasaklarsiniz. Kizlarimizin basini zorla actirirsiniz. Kur'an kurslarini, imam hatip okullarini kapatirsiniz..." "Insanlar azdilar, kadesim. imardilar, lukse ve eglenceye daldilar. Israf almis basini gidiyor..." "Bu ikili ne zaman basimiza gecse basimiz beladan kurtulmaz..." "Baksaniza kardesim, su sahillere! Nedir bu rezalet Allah askina! Kadinlar yatakta bile yatilamaz kiyafetlerle sokaklara dokuluyorlar. Deprem degil tas bile yagar basimiza!" "Sadece kadinlar mi birader! Erkeklerimizde de son gunlerde sort giyme modasi yayildi. Avrupali coniler gibi dalda...k sokaktalar..." Bir taraftan bu tespitleri ya da suclamalari dinlerken bir taraftan da felaket mahallerini gezmeye ve topladigimiz yardimlari dagitmaya calisiyorum. Depremin ucuncu gunu Golcuge giremiyorum. Bahcecikten yukari gelinimizin dedesine cikiyorum. Onun da torunu, enistesi ve cocuklari hala enkaz altinda... Onun tespiti de baska ve o da kendi dunyasi ile ilgileniyor: "Allah tabii ki bela verir. uracikta bir cami yaptik. Mubarek hoca da Allah icin guzel okuyor. Ama o iceride Kuran okuyor, disarida millet oturup dedikodu yapiyorlar, ezan okunmadan iceri girmiyorlar." Yine insanlari dinlemeye devam ediyorum. "Hirsiz bir millet olduk, hirsiz! Muteahhit cimentodan demirden caliyor. Memur rusvet almadan is gormuyor. Sozunde durmak enayilik sayiliyor..." "Insanimiz asalaklasti. Tembel tembel oturuyorlar. Calismiyoruz. Basimiza tas yagsa azdir." "Ne alakasi var depremin bunlarla kardesim! Fay hatti buradan geciyor, onun icin deprem de burada oluyor. Izmir sahilleri daha mi temiz ki oralarda deprem olmuyor?" "Insanlar zekatlarini vermiyorlar. Oysa zekat malin sigortasidir demisler. Ne bileyim biz oyle ogrendik. Osuru kimse tanimiyor..." Evet, bu ve benzeri suclamalar insanlar arasinda surekli tekrarlaniyor. Depremin merkez ussu ile ilgili yorumlar da az degil. Ama hem onlara bazilarinda zaman zaman duygusallik ve suur altindaki nefretin yansimalari hakim oluyor, hem de gerek bilgi eksikligimiz acisindan gerekse meselenin nezaketi acisindan o konuda konusmamiz, en azindan simdilik konusmamiz uygun degil. Ancak bu nokta cok uzun yillar konusulacak ve belki pek cok yonuyle de bir sir olarak kalacak bir muhim mesele olmaya devam edip gidecek. Dogrusunu soylemek gerekirse boyle farkli anlama bicimlerini dinlemis olmasaydim ben de belli bir uygulamayi, anlayisi ve zulmu yegane sebep olarak gormekle kalacaktim ve konunun cok boyutlu oldugunu goremeyebilecektim. imdi olaylarin cereyan edis bicimini Kur'an ayetleriyle birlikte dusununce sunlari soyleyebilirim: Depremi Okumak
1. Oncelikle tabiat olaylari denen olaylar da dahil, dunyada olup biten her seyin insan iradesiyle bir iliskisinin oldugu kesindir. Cunku Allah her seyi insanlar icin yaratmistir. Tabii afetler de bir seydir ve onlar da insanlarin davranislarina gore bicim alirlar. Depremin sebepler halkasinin sonunda fay hattinin oldugu dogrudur. Peki fay hatti nicin vardir? unun icin? O nicin oyledir...? Bu sebepler zincirini surdurdugunuz zaman bir yerde gider Allah dayanirsiniz. Allah da (cc) her seyi insanlara gore ve onlar icin yarattigini soyluyor. Oyleyse en genis dairede butun bu olaylarin bizim davranislarimizla ilgisinin olmasi hem makul hem de Islamidir. Biz boyle inaniyoruz ve boyle inanmamizi gerektiren pek cok nassa dayali ve tarihi tecrube ile sabit delillerimiz vardir. Aksini soyleyenler ise bunun boyle olmadigini ispat edemezler. Onlarin bakisi cok kisadir ve zincirin sadece son halkasini gormekte ve onun otesine gecmek istememektedirler. Hatta bu tur olaylari bile inancsizliga ve sistematik sekularizasyona bir vesile edinerek insanimizin bilgisizliginden yararlanmaya calismaktadirlar. Bunun icin, kalplerinden asagisi ile dusunen, ya da oflunun dedigi gibi "birilerinin seyine gore fetva veren" "din adamlari" da bulabilmektedirler. Kaldi ki, bilim adamlarinin aciklamalari, bu depremin siradan bir fay hatti gibi sebeplerle aciklanamayacagini, Ayla, Gunesle, uzayla iliskiler arandigini gostermektedir.
2. Yukarida da isaret ettigimiz gibi, bir takim cevreler ve medya kuruluslari bu depremle beraber yogun olarak iki onemli gayret icerisine girdiler: 1.Bunu firsat bilerek insanimizi biraz daha inancsizlastirmak ve sekulerlestirmek. 2.Bu olayin insanimiz uzerinde gosterdigi oze ve inanca donme egilimini engellemek ve bu etkiyi ortadan kaldirmak. Buna karsilik bilgili dindarlarimizin depremi anlama ve anlatma firsatini cok iyi degerlendirdigi de soylenemez. Ayrica bu olayi bilgiden uzak bir bicimde birilerine sovmek ve onlari suclamak tarzinda bir ucuzculuk ile anlatan dindar bilinenler de digerlerine malzeme olusturuyorlar.
3. Olayin ilahi bir ikaz, ya da cezalandirma oldugunu kabul ettikten sonra bunun sebepleri uzerinde kafa yormamiz ve bundan ibret almamamiz da ayrica dini bir emirdir. Cunku Allah (cc) gecmis milletlerin basina gelenleri anlattiktan sonra, "artik ibret alin ey akil sahipleri!" diye ikaz da bulunur. Halkin umumen tespitleri isabetlidir ve bize gore de depremin maddi sebepler otesindeki manevi sebepleri yukarida halkin soylediklerinden sectiklerimizdir ya da onlar arasindadir. oyle de diyebiliriz: Insanlarin isyan zulum ve curumleri belli bir doza ulastiginda ilahi gazap harekete gecer ve artik iyi ve kotu ayirmadan yagar. Burada da bu gazabi tasma noktasina getiren curumler vardir ve bunlar, hangisinin daha fazla oldugunun tespiti mumkun olmamakla beraber, yukarida sayilanlardir. Dolayisiyla burada takinilacak Islami tavir galiba su olsa gerektir: Butun bu curumleri anlamak, yorumlamak, ders cikarmak ve oncelikle ve ozellikle de herkesin kendisinden baslamak uzere hatasini tespit edip artik o hatayi islememek. Cunku eger bizler depremden sonra da ayni minval uzere yasamaya devam edeceksek bu, hicbir ders almamis oldugumuzun isareti olacaktir. Ders almayi nasil olur da sadece baskalarinin yapmasi gereken bir is olarak gorebiliriz? Sonra o baskalari kimdir? Mesela ben kendimden sozedersem diyebilirim ki, biri bitmek uzere olan bir kooperatif olmak uzere uc evim vardi ve ben kendimi infak etme durumundaki zenginlerden gorebilmis degildim. imdi Allah ucunu de aldi ve ancak, ne kadar da zenginmisim diyebiliyorum. Oysa maasimdan baska gelirim olmasa dahi, israf sayilabilecek bazi ikincil harcamalarimi kisabilir ve en az uc ogrenciye burs verebilirmisim. unu tekrar soylememiz gerekiyor: Eger herkes bu musibetten bir ders cikararak kendisini hesaba cekip, durumunu en az bir adim daha duzeltmezse hic ders almamisiz demektir. Bir de bunu baskalarina ders almayi ogutleyen, ya da ogutleme durumunda olanlar yaparlarsa ayrica ayip da olur.
4. Bunlarla beraber bu sebepler icerisinde ozellikle one cikarilmasi gereken birine isaret etmemiz gerektigini saniyorum. Ama bunun en buyuk sebep oldugunu da soylemiyorum. Son yillarda dindarlarin dahi yasadigi gevseme, sefahet, luks, eglence ve israf. Deprem kusagi olan Yalova'dan Akyazi'ya kadar uzanan seritte bir cumartesi Pazar ne luks arabalarin, ne kasane villalarin, ne simarikliklarin, ne eglence ve hayatini yasamalarin oldugunu gorenler bunu daha iyi anlayacaklardir. Isin garibi, bunlarin buyuk bir miktari dindar zenginlerdir. Onlarin curume ve gevsemesi elbette ilahi gazabin tasmasinda digerlerininkinden daha etkilidir diye dusunuyorum. Cunku onlar bela ve musibetlere paratoner olma durumundaki insanlardir. Zevku sefaya alismak, dususun ve curumenin ilk habercisidir. Allah Kur'an-i Kerim'de helak olmus kavimlerden bahsederken pek cogunun teref (luks) hayati yasayan insanlar oldugunu anlatir. "Hayatlari simarmis olanlar" dan sozeder. Cunku luks, ihtiyacin degil israfin sonucudur. Kisi ne kadar dindar olursa olsun, teref hayati yasamaya basladigi andan itibaren inise gecmis, heyecanini ve cihad ruhunu kaybetmis demektir. Bu ise zilletin ve musibetin habercisidir. Allah Rasulu (sa): "Eger ine satisi (haramlari helal kilmak icin isi kitabina uydurma ve sadece kazanmayi dusunme tarzindaki alisveris) yapar, ineklerin kuyruklarina yapisip kalirsaniz. (ciftten cubuktan baska bir sey dusunmez olursani ve bunlarin tabii sonucu olarak) cihadi terkederseniz, Allah size oyle bir zillet ve horlanma musallat eder ki, siz tekrar dininize donmedikce de onu sizin basinizdan almaz" buyurur. Cihad savas demek degildir. Guzelin hakim olabilmesi icin gerekeni yapma konusunda cehd gayret ve heyecan duyabilmek demektir. Iste bu heyecanin yitirilmesi imanin inise gecmesi demektir.
5. Depremde ortaya cikan durumlari yeniden gozonune getirirsek goruruz ki bu depremde: a. Korkunc gurultuler ve yurekleri hoplatan lahuti sesler duyduk. b. Yikilmalar, yere batmalar, enkaz altinda kalmalar gorduk. c. Tupras yangini sebebiyle alevler, nefes almamizi zorlastiran korkunc dumanlar seyrettik. d. Depremin besinci gunu hic kimsenin sahit olmadigi ve adeta gogun delindigini akla getiren yagmura tutulduk e.Suya batmalar, denize garkolmalar yasandi. f.Dun zengin olanlar bir anda fakir ve bes parasiz kaldilar, Mallariyla beraber yere battilar. Butun bunlari ve benzerlerini gozonune getirerek Kur'an-i Kerim'e baktigimizda tarihte bu olaylarin her birerlerinin helak bicimleri olarak zikredildigine sahit oluruz. Sozgelimi, filan kavim isyanda ileri gitti de, onlarin basina helak edici bir duman gonderdik... gibi aciklamalar goruruz. Bunun anlami su olmalidir: Butun bu helak vasitalarina sebep olan curumler bir dereceye kadar bu gun de islenmekte idi ve bunlarin hepsinin toplami boyle bir gazabin gelmesini sonuc verdi.
6. Allah'in (cc) gazabini gerektirenler bu felaketin sebebi oldularsa sucsuzlarin gunahi ne idi? Ya da nicin deprem hep ayni yerlerde oluyor? Baska yerlerde bu gazabi hakedenler yok mu? Diye sorulabilir. Hatta bu depremde bu tur sorularin cokca sorulduguna da sahit olduk. Bu sorularin cevaplari baska yerlerde uzun uzadiya verilmistir. Biz buracikta su kadarina isaret etmekle yetinelim. Yukarida da degindigimiz gibi, gazab-i ilahi curumlerin belli bir noktaya ulasmasindan sonra iner. Bunda curum isleyenlerin isyanlari etkili oldugu gibi, iyi insanlarin bunlara engel olacak duyarligi, heyecani ve cabayi gostermemeleri de etklidir. Hatta bu da basli basina bir curumdur. Ve denebilir ki, iyilerin bunca kotuluge engel olabilmesinden ziyade, bunun caba ve gayretini gosterecek uyaniklikta olmalari onemlidir. Hatta bir avuc insanin canhiras gayretleri bazan bir ulkeyi kurtarabilir. Cunku Allah'in (cc) yardimi, her seyi halleder ve bu yardimin gelmesinin bir takim sartlari vardir. Bazan Allah bir kisiye dahi nusret edebilir. Depremin hep ayni yerlerde olmasina gelince: Yine daha once isaret ettigimiz gibi, her tabii olayin bir son sebebi vardir ve depremin bu son sebebi de fay hatti olabilir. Dolayisiyla bu sebebin bulundugu yerlerde insanlar ozellikle depremle ikaz edilirler. Baska yerlerde ise son halkada baska sebepler bulunur ve onlar da onunla uyarilirlar. Hortumla yurekleri hoplattirilir. Kuraklikla, sellerle, aclikla, kitlikla, ic savaslarla, dis savaslarla ve benzeri belalarla ikaz edilirler. Ama butun bu sebeplerin harekete gecmesine sebep olan ikincil, ucuncul... sebepler insanlarin iradeleriyle ve yapip ettikleriyle etkili haline gelir ve harekete gecerler. Mesela bilimsel olmayan, ama aksinin de bilimsel olarak ispatlanamayacagi bir ornek vereyim: Adapazari'nda her yirmi bes yilda bir deprem olur sozu meshurdur. Ama seksenli yillardan sonra bazi Kuran kurslari bolgenin selameti icin ozel cabalar gosterdiler ve binbir hatim gibi uygulamalar yaptilar. Bu sure otuziki yila cikti. Gecen yil bu kurslar kapatildi ve bu felaket oldu. imdi bu tesaduf, bizim de acaba! Diyebilecegimiz bir tesaduftur. Ama dusunulmeye de deger, dinen makuldur ve imkan dahilindedir. Boyle olmadigini soylemenin, buna inanmak kadar da ikna edici delili yoktur. Unutmamak gerekir ki, Ali Izzet Begovic'in bir filozoftan naklettigi gibi, "Her mucize tabii bir olaydir ve her tabii olay da bir mucizedir". Boylece Allah her yaptiginda hikmetiyle hareket etmis olur. Bir isle sonsuz hedefler gerceklestirebilir. Kotu olur, cezalandirilir. Iyi olur mukafatlandirilir, cocuk olur kurtulur, insanin mali gider, akli basina gelir, cani gider sehit olur, birisi yanar kurtulur digerine ibret olur ve bu ihtimaller ilahi hikmette namutenahidir. "Belki siz bir seyi kotu gorursunuz ama o sizin icin hayirli olabilir". Elbette bunun aksi de olur.

7. Hulasa: Bu felaket gercekten de cok buyuk ikaz, ibret ve hikmetlerle dopdolu bir felaketti. Ben sahsen Kur'an-i Kerim'de atifta bulunulan butun tarihi olaylarin bunda bir ozetini gordum ve yasadim. Bu yonuyle deprem gercekten de asrin degil, belki asirlarin olayi olarak tarihe gececek ve uzerinde cok konusulacaktir. Belki bazi yonlerini zaten hic bilemeyecegiz veya konusamayacagiz. Bazi yonlerini konusma imkani bulamayacagiz, bazi yonlerini de meselenin hassasiyetinden oturu belki zaten konusmamamiz gerekecek, ama bu olay, etkisini uzun zaman surdurecek ve inananlarin imanini, kalbi muhurlenenlerin de kufrunu artiracaktir. Bizler bunun selim akilla ve ibretle okunmasini temenni ederiz, baska bir sey diyemeyiz vesselam.