|
Devlet içinde yuvalanmış çeteler kavramı, yakın bir tarihte
ilk kez İtalya’da dillerde dolaşmaya başladı. İtalya, bizim şimdilerde
hayretten açılmış gözlerle izlediğimiz vurdulu-kırdılı, bankalı-tefecili
çete hikayeleriyle bundan yaklaşık 20 yıl önce tanışmıştı. On yılı aşkın
bir süreyi alan çetin bir mücadeleden ve çetelerle bütün dalları budakları
devlet içinden temizlendikten sonra, İtalya, bugün, ‘temiz eller’ operasyonunda
başarılı bir ülke kabul ediliyor.
İtalya’daki çete, bu tür örgütlenmelerin adını dünya literatürüne
kazandırdı; o günden bugüne, her ülkede başka başka adlarla kurulmuş ve
yürütülmüş olsa bile, devlet içinde yuvalanmış çetelere İtalyanca’da kılıç
anlamına gelen ‘Gladio’ adı veriliyor. Gladio türü örgütlenmeler, asker-sivil
ayrımı gözetmeden bürokrasi destekli oluyor, siyasetçileri, işadamlarını,
istihbaratçıları, hatta gazetecileri de içine alıyor. Tabii, bu kadar çıtkırıldımın
pis işlerini yapacak kabadayılara da ihtiyaç var; o ihtiyacı da itirafçı
ve eski eylemci türü mafiozalar karşılıyor... İtalyan Gladiosu’nun kollarını
inceleyen her kitapta onlarca banka ve şirket adıyla karşılaşılıyor.
Bugün ülkemizde tanık olduğumuz çarpıklıkların, bu açıdan,
garipsenecek bir yönü yok. İtalya ve öteki NATO ülkelerinde yaşanan, günümüzde,
Türkiye’de tekerrür ediyor sadece. Ama bir farkla: İtalya’da, toplumun
sürekli teşvikiyle özel yetkilerle donatılan namuslu savcılar, karşılarındaki
manzaranın tesadüfi bir birliktelik olmadığını hemen fark edip çetenin
kalbine gitmekte fazla gecikmemişlerdi. Bizde ise, çirkinlik, birkaç haddini
bilmezin akıllarından öte hırslarına atfediliyor. Her gelişmenin bir ana
eksenle bağlantısı olabileceğini düşünen ve olayın kalbine yönelen yok.
Oysa, tıpkı İtalya’da ortaya çıkartıldığı gibi, bizde de
her olay bir ana eksenle irtibatlı olmak zorunda. Yoksa, bunca tefecinin
cirit attığı bir ülkede Musevi tefeci Nesim Malki’nin tesadüfen kurban
seçildiğini, borcunu fazlasıyla ödeyebilecek itibarlı işadamlarına kredi
açmakta nazlanan İş Bankası’nın 28 yaşındaki çulsuz bir gence 150 milyon
doları bağışladığını, bazı polisler ile askerlerin emeklilik sonrası, şimdilerde
adları ortaya yerde dolaşan işadamlarına gönül bağı sebebiyle danışman
olduklarını sanabiliriz. Oysa, İtalya’da ortalığa saçılanlar bir örnekse,
bu tür yapılanmalarda tesadüfe asla yer yoktur.
Aslına bakılırsa, Türkiye, kendi Gladiosunu yok etme fırsatını
ilk şimdi yakalamıyor. 1980’lerde ortaya çıkartılan Horzum Skandalı’nın
ayrıntıları hatırlandığında, siyasetçi-istihbaratçı-asker-işadamı birlikteliği
o skandalda da göze batıyordu. MİT’ten ayrılan istihbaratçılar, bazı emekli
generaller vardı Kemal Horzum’un yanında; sadece hayali ihracat yapmakla
kalmamışlar, stratejik alanlara da girmişlerdi. Bir uçak ve kargo şirketi
kurulduğu, basına el attıkları da görülmüştü. Operasyonun siyasetçi kolu
da vardı. Ancak, skandal patlayınca, usta eller, olayı hayali ihracat boyutuna
indirgemede başarılı oldular; MİTçiler, emekli askerler, siyasiler, adları
da bilindiği halde, perdenin gerisinden önüne çekilemediler bir türlü.
Turgut Özal’a yönelik suikast girişiminin Horzum’la bir ilişkisi olabileceği
bir an düşünülür gibi oldu, sonra sonra o ilişki de unutuldu. Oysa, irtibat
kurulabilseydi, Türk Gladiosu’nun başbakana suikast düzenleyecek kadar
zıvanadan çıktığı anlaşılacaktı belki de.
İtalya’daki Gladio yapılanması, çevrede serseri mayın gibi
bazı çeteci tipler bulunsa da, siyasetçi, işadamı, asker-sivil bürokrat,
istihbaratçı birlikteliğinin tesadüfi olmadığı fark edildiğinde dağıtılabildi.
Çetevari örgütlenmenin odağında, masonik bir yapılanma vardı İtalya’da;
vatana-millete yararlı işler yapılacağı iddiasıyla bir örgüt oluşturulmuş,
üyelere gizlilik yemini ettirilmişti. P2 locasının ve çetenin ulvi amacı,
ülkede yönetimin istenmeyen ellere düşmesini engellemekti; bunun için ne
gerekiyorsa o yapılıyordu. O odağın nüfuz ettiği sağ ve sol örgütler adam
öldürüyor, üye bankacıların yönettiği bankalar kara para aklıyor, yargıçlar
önlerine gelen suçlu örgüt üyelerini beraat ettiriyor, odağın zararlı gördüğü
kişileri ise cezalara çarptırıyorlardı. Örgüt üyesi gazeteciler psikolojik
savaş propagandacılarıydılar; toplumun moralini bozma, namusluları suçlayıp
suçları gözden gizleme görevi onlarındı.
Bankacılar, işadamı sıfatlı gözü dönmüş tipler, istihbaratçılar
ve asker-sivil bürokratlarla siyasiler bugün de karanlık suratlarıyla gözlerimizin
önünde resmi geçit yapıyorlar. Herbiri birbiriyle ilişkili bir dizi olay,
gizlilik yemini ettikleri belli bir sürü adam, gazete manşetlerinden, televizyon
ekranlarından yüzümüze tebessüm ediyorlar. Ancak, bu olaylar ve insanlar
arasındaki gerçek irtibat noktasından henüz söz eden yok. Eğer o irtibat
noktası bulunmazsa, devletine şerefle hizmet vermiş istihbaratçılarla emekli
askerlerin şaibeli işadamlarının yanında ne aradıklarını, bir ara rejim
durumunda başbakanlık bekleyen meslek hayatının zirvesindeki bir bankacının
akıl almaz rezillenmesini, barolar birliği başkanının rezaleti gözlerden
saklayıcı fetva vermesini, gün ortasında işlenmiş cinayetlerin üstlerinin
örtülmesini, trilyonluk para hareketlerinin görmezden gelinmesini, devlet
bankalarının çetelere peşkeş çekilmesini, mafyanın medyaya sızma girişimine
koltuk çıkılmasını hiçbir zaman anlayamayız. Bütün bu olanları, en merkezde
durup planlayan, bugünkü gibi pisliklerin ortaya saçıldığı ortamlarda devreye
girip hedef şaşırtan bir odak mutlaka var.
O odağa ulaşılmasına ramak kaldığını hissediyorum. Odağa
mutlaka ulaşılmalı ve devlet gücünü kötüye kullananlar, hangi zirvelerde
olurlarsa olsunlar, adaletin soğuk yüzüyle tanıştırılmalılar. Eğer bu kez
de o odağa ulaşılmazsa, temiz toplum arzuları konusundaki vuslat bir başka
bahara kalacak.
|