Fehmi Koru
Perde kalktı
Önceki geceden beri nasılsınız? Korkmaz Yiğit’in, “Ne olur, ne olmaz” diye elinde tuttuğu televizyon kanalında yayına sokulan samimi itiraflarını izlediniz... Gördüğünüzün sizin üzerinizdeki etkisi ne oldu? Mideniz bozuldu, kusacak gibi mi oldunuz? Yoksa, esasen şerbetli olduğunuz için, “Ne olmuş yani?” tepkisini vermekle mi yetindiniz?
Doğrusunu söylemek gerekirse, uzunca bir süreden beri Ankara’da siyaseti yakından gözleyen biri olarak, Korkmaz Yiğit’in anlattıkları arasında, bilmediğim, bilmesem de tahmin edemediğim hiçbir unsur bulamadım. Eminim, benim kadar ilk elden bilgi sahibi olmayanlarınız bile, Türkiye’de işlerin, kapalı kapılar ardında, aynen Korkmaz Yiğit’in anlattığı gibi görüldüğünü az çok tahmin ediyor olmalısınız. Türkbank’a talip olana kadar Ankara’ya adım atmamış, hiç politikacı tanımamış, bürokrasiye işi düşmemiş bir işadamı olarak Korkmaz Yiğit gerçekten safmış... Başına bugünkü belayı o saflık getirmiş işte. Onun şahsen sahip olmadığı milyonlarca dolar üzerinden keselerini dolduranlar, “Ne kadar da safmış!” hayretini kimbilir kaç kez tekrarlamışlardır. 
Anlattıklarında, bilmediğim, hayal ufkumu zorlayan hiçbir yeni unsur yoktu; yoktu ama, Korkmaz Yiğit’i, Türkiye’de işlerin nasıl yürüdüğüne dair uygulamalı bir ders alır gibi izlerken, bugüne kadar idrakte zorlandığım bazı konuların zihnimde açıklık kazandığını fark ettim. Son iki ay içerisinde yaşanan, kendimin de öznesi olduğum bir dizi olayı daha iyi anlamaya, boşlukta kalan sorulara cevap bulmaya başladım. 
Türkiye mafya tarzı bir yönetime sahip, buna hiç kuşku yok. İktidarı eline geçiren, devletin imkanlarını kafasına göre etrafa dağıtmayı hak olarak görüyor. Bizlere şeffaf diye yansıtılan ihalelerin öncesi ve sonrasında tam bir talan mantığı çalışıyor. Helalinden kazanarak zengin olduğunu sanmamız beklenen işadamı kılıklı vampirler, politikacı hamileriyle el ele, hangi malın kaça satılacağını önceden belirliyorlar. Bu arada, dipsiz gibi görünen torbalarına haksız elde edilmiş bir televizyon kanalı, bir fabrika, bir hastane eklemelerini çok görmememiz bekleniyor. Devletin itibarlı koltuklarında oturanlara yakınlıkla elde edilen servetler, elbette o itibarlı koltukların sahiplerini de kalkındırıyordur. 
Dinledikleriniz sürpriz değildi, nedenini anlatayım: Bolu otoyolunu inşa eden İtalyan Astaldi firmasının başı, bir süre öncesine kadar, bu hükümetin bir bakanıyla dertteydi. Astaldi, yanına, Ankaralı bir firmayı ortak alınca ortalık duruluverdi. İtalyan patron, “Neden Türk ortak?” sorusuna, safça, “Siyasetle ve bürokrasiyle işlerimiz düzgün yürüsün diye” cevabını verdi. Asprin olarak devreye giren Türk ortak, belki hatırladınız, Korkmaz Yiğit’in, açıklamalarında, “Cumhurbaşkanı da, başbakan da benim yanımda” diye anlattığı, banka ihalesinden bir televizyon kanalı sahibi olduğunu öğrendiğimiz işadamıydı.
Önceki  akşam televizyonda seyrettiğimiz itiraflarıyla, Korkmaz Yiğit, aslında hepimizin bildiği, ya da sezdiği gerçekler üzerindeki sis perdesini aralayarak sistemin çirkin yüzüne ayna tutmuş oldu. Şu sırada Fransa’da bir cezaevinde bulunan kanun kaçağının patronlarının nerede aranması gerektiğini de bu vesileyle öğrenmiş olduk. Alaaddin Çakıcı denen yasadışı kişilik, yasal hale dönüştürülmüş talanın sürdürülmesini sağlayan zavallı bir piyondan başka bir şey değil. Onun hakaretleri, tehditleri, en üst düzeyde himayeye mazhar değilse ne işe yarar? Himayesiz bir Çakıcı’nın gemi aslanından hiçbir farkı yoktur.
Son yıllarda iyice gemi azıya almış, mafya ile işbirliği halindeki devlet talanı, herkes bildiği, bilmeyen de sezdiği halde nasıl başarıyla sürebiliyor? Bu soru üzerinde düşünmenin tam zamanı.
Türkiye’de her şey, ama her şey, mevhum bir tehdit algılamasına kilitlenmiş durumda. ‘İrtica’ denildiğinde akan sular duruyor. “İrticaı önlemek”, ya da “İrticaın iktidarı ele geçirmesini engellemek” başlı başına bir kariyer günümüz Türkiyesi’nde. Bu göreve talip olanlar, liyakat fakiri, ehliyet yoksunu olsalar da başlar üzerinde taşınıyorlar. Bugün, sandıktan birinci ve ikinci çıkmış olan partiler, ‘tehdit algılaması’ yüzünden, tu kaka edilmiş durumdalar; buna karşılık, üçüncü partinin lideri başbakanlık koltuğunda oturuyor, Meclis başkanlığı koltuğu ise sandıktan beşinci çıkmış partinin kontenjanı. ‘İrtica’ adı verilen ve uydurma haberlerle beslenen mevhum tehlike, bütün pisliklerin üzerini örten şal durumunda. Demokratik sistemlerde tıkır tıkır işleyen denetleme mekanizmaları, ‘irtica avanakları’ sebebiyle, bizde felç olmuş durumda. Denetimin ortadan kalkmasının sebep olduğu sonucu görüyorsunuz işte! Korkmaz Yiğit, akıllılık edip, her şeyi elinden çıkartırken, açıklamalarını yayınlattığı televizyon kanalını elinde tutmasaydı, dün geceki dehşetengiz itiraflarını kimseye duyuramayacaktı belki de. Politikacının sahiplerini tayin ettiği, yazarlarına işten el çektirdiği medya da bu çürümüş düzenin bir parçası çünkü. Devlet talanını gözlerden saklayan irticaya karşı psikolojik savaşın öncü kuvveti durumunda bugün medya. 
Korkmaz Yiğit gözlerin önündeki perdeyi kaldırmakla önemli bir hizmet ifa etti. Devlet kasasının fare ambarına döndürüldüğünü, pisliklerin en tepelere kadar tırmandığını, soygun ve talanın inanılmaz boyutlara ulaştığını görmeyen gözler bile görüyor bugün. Bütün umudum, birkaç yıldır ülkeyi sarsan irtica paranoyasının, soyguncu ve talancıların sis bombası olduğunun da anlaşılmasıdır. Gördükleri her olağan dini tezahür karşısında “İrtica, irtica” diye tepinenler, ülkeye en büyük ihaneti yaptıklarını idrak etsinler artık.

 

SONRAKİ YAZI * Bu yazıyı tartışmak için görüşlerinizi listemize yazınız: medyakritik@makelist.com
ANA SAYFA