|
On
Kasım’ın ardından
Önceki güne ait gazetelere göz atan, televizyonlarda yayınlanan
programları gün boyu izleyen bir yabancı, büyük bir ihtimalle, ülkemizi
derinden sarsan acı bir kayba şu günlerde mâruz kaldığımızı düşünür; bu
kaybın bundan tam 60 yıl önceye ait olduğunu aklına getiremez.
Son bir iki yıldır anmada sergilenen aşırılıkları değilse
de, Mustafa Kemal Atatürk’e gösterilen sürekli ilgiyi, bir yönüyle, anlayışla
karşılamak gerekiyor. Bir imparatorluğu tasfiye edip yeni bir cumhuriyet
kuran, arada varolma mücadelesi sayılabilecek İstiklal Savaşı’nı gerçekleştiren
kadronun lideriydi Mustafa Kemal. Geçenlerde 75. yıldönümünü kutladığımız
Cumhuriyet yönetimi, aradan geçen o uzun yıllar boyunca dünyanın tanık
olduğu muazzam değişime rağmen, genel hatlarını 1920’lerde Mustafa Kemal’in
çizdiği yolu izliyor.
Adı etrafında geniş bir hayran kitlesi toplanan ve hakkında
yazılan biyografilerin sayısı yüzlere ulaşmış Mustafa Kemal Atatürk’ün
hayatıyla ilgili bir çok ayrıntıdan mahrumuz. Bunda, onunla aynı dönemin
sorumluluğunu paylaşmış askeri ve siyasi kadronun anı yazmadaki ihmalinin
büyük payı var. İsmet İnönü başta olmak üzere pek çok devlet adamı, bilerek
isteyerek, son 100 yılın en önemli olaylarının bazısını karanlıkta bırakmayı
yeğlediler. Bu yüzden olacak, şu sıralarda Atatürk’ün yeni biyografileri
üzerinde çalışan iki yabancı yazar, Andrew Mango ile Norman Itzkowitz,
çalışmalarının bir çok bilinmeyeni açığa çıkaracağını, yanlış bilinenleri
düzelteceğini iddia etmekteler.
Ölümü üzerinden 60 yıl geçmiş devlet yöneticisi bir askerin
yaşadığı her an kayıtlara geçmiş olmalıydı oysa. Halbuki, bırakın sağlığında
yaşananları, ölümünü bile bir sır perdesi çevrelemektedir Atatürk’ün. Her
yıl çalınan sirenlerle duyurulan öldüğü ânın bile, hep bilindiği gibi 9’u
5 geçe olmadığını geçen yıllarda ileri sürmüştü ünlü bir yazar. Cenazesi
kaldırılırken dini görevin yerine getirilip getirilmediğinin tartışma konusu
olmasına ne diyeceğiz? Atatürk’ü kendi sapkın din anlayışlarının bir temsilcisi
gibi sunmakta yarar görenler cenaze namazının kılınmadığını ısrarla ileri
sürerler; buna karşılık, onun ‘samimi bir dindar’ olduğu iddiasının bir
parçası olarak cenaze namazının kılındığı görüşünde olanlar da az değildir.
Belki de gerçek, ilk kez bu yıl, yani ölümünden tam 60 yıl sonra, bir gazetemizin
tarih uzmanı muhabirinin yazdığı gibidir: Uzmana göre, Atatürk'ün cenazesi,
duaları Türkçe okunan namazla kaldırılmış... Bu iddialı teze rağmen, insan
yine de “Acaba?” diye düşünmeden edemiyor.
Bu tereddüdün sebebi, Atatürk adı etrafında oluşturulan ilginin,
bir çok çevre tarafından, bambaşka amaçlarla kullanılmak istenmesidir.
Her insan gibi, Mustafa Kemal’in de, 57 yıllık hayatı boyunca birbiriyle
çelişen düşünceleri, farklı tavırları olmuştu. Herkes ve her çevre, adının
bugün bile saygı uyandırması sebebiyle, kendi hevâ ve hevesini onun görüşlerine
bulaştırarak sunmaktan çekinmiyor. Köklü bir sistem değişikliği yaşanan,
dolayısıyla değişimden zarar görenlerin aşırı tepki göstermelerinin yadırganmaması
gereken bir dönemde, kanun ve nizâm hâkimiyetini sağlamak için başvurulmuş
aşırı uygulamaları, günümüz şartlarında sürdürmeyi teklif edenler bile
çıkıyor. Şu sıralarda gösterime giren devlet destekli ‘Cumhuriyet’ filminde,
en çok alkış alan sahnenin, Mustafa Kemal’in ağzına yakıştırılan “Kelleler
gider” sözü olması çok mânidar. Kendileri gibi düşünmeyenler için uygun
gördükleri âkıbeti Atatürk’e atfedenler bile var sizin anlayacağınız.
Hep biliyoruz, İstiklal Savaşı, parlamenter bir hükümet tarafından
yürütülmüştü. Meclis, savaş devam ederken bile günlük çalışmalarını aksatmamış,
her yanlış adım milletvekilleri tarafından açıkça eleştirilmişti. Meclis’in
gizli zabıtları okununca görülüyor: Bugüne kadar gelmiş 20 dönem içerisinde,
en katılımcı ve halkın en yaygın biçimde temsil edildiği dönem, Birinci
Millet Meclisi’ydi. Kendisi ve yönetimi hakkında o Meclis’te Atatürk’ün
yüzüne karşı söylenenleri, yüksek cezaları göze almadan tekrarlamak mümkün
değildir bugün.
Mustafa Kemal’in talihsizliği, kendisini sevdiğini iddia
edenlerin istismarına uğramasıdır. İstiklal Savaşı sırasında Meclis’i çalıştırmış,
egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğunu söylemiş bir insanın adı
kullanılarak, iki kez Meclis’in kapısına kilit vurulmasını, milli iradenin
zaman zaman askıya alınmasını başka nasıl anlayabiliriz? Samimiyetsizlik
bugün tartıştığımız konularda daha da belirgin. Devrim adıyla gerçekleştirdiği
değişiklikler arasında kadın kıyafetine yönelik yasa bulunmayan, en yakınlarının
başörtüsüne karşı çıkmamış Mustafa Kemal, bugün, ‘Atatürkçü’ geçinen bir
tâifenin üniversitelerdeki yasakçı uygulamalarının gerekçesi yapılabilmektedir.
Atatürk istismarı, artık, Mustafa Kemal’i sevdiklerinden
kuşku duyulmayacak kimselerin de, onun adıyla mağdur edilmelerine kadar
vardırıldı. “En Atatürkçü kurum” olduğu iddiasındaki YÖK, rektör atamalarında,
çevrelerinde rağbet gören bazı ‘Atatürkçü’ adayları “Yeterince Atatürkçü
olmadıkları” gerekçesiyle eleyebildi. Bugünkü gazeteleri bir de bu gözle
okuyunuz göreceksiniz; sayfalarını türbeye çevirenlerin, köşelerinde salya
sümük ağlayanların önemli bir bölümü, kendi sahtekârlıklarını örtmek için
Mustafa Kemal Atatürk’ün adı ardına sığınmaktadırlar.
Türkiye, Cumhuriyet’in 75., Atatürk’ün ölümünün 60. yıldönümlerinde,
vesayet gerekmeden, kendi ayakları üzerinde durabilecek bir olgunluğa kavuşmuş
olmalıydı.
|