Fehmi Koru
Öfkeyle kalkan...
Başka herhangi bir dilde “Öfke baldan tatlıdır” diye bir özdeyiş var mıdır acaba? Bizde var. Ya da, hangi millet, “Bir pire için yorgan yakmak” ile övünür. Biz övünürüz. Bülent Ortaçgil’in o güzelim şarkısı “Beni kategorize etme” diyor, ama gelin de kategorize etmeyin bakalım. Atalarımız “Öfkeyle kalkan zararla oturur” demiş demesine de, biz yine de, öfkemizi içimize atmak yerine kusmayı tercih ediyoruz. Bizim için herşey, parmağımızı rakibimizin dişleri arasına terk ettiğimiz, onun işaret parmağını da kendi dişlerimiz arasında tutup sıktığımız bir “Kim önce pes edecek?” yarışı; parmağımızın kırılması pahasına sonuna kadar direnmeyi erkeklik sanıyoruz. Oysa, öfke yerine aklı egemen kılsak, kazanan biz olacağız.
Abdullah Öcalan kim? 15 yıl önce kurduğu eşkıya grubuyla Türkiye’nin nefesini kesen bir terörist. PKK, bu süre içerisinde, aralarında bebelerin de bulunduğu 30 binden fazla insanın kanına girdi. Abdullah Öcalan devletler oyununda sadece bir figüran; terörle sonuç almanın mümkün olmadığı günümüz dünyasında arkaik bir figür. Çağdışı fikirleri, güven telkin etmeyen konuşma biçimi ve itici tavırları ile kitleler üzerinde cazibesi bulunmayan biri. 15 yıl boyunca, partilerin küçük iktidar hesapları ve liderlerin ayak oyunları yüzünden, ondan bir ‘ulusal kurtuluş savaşçısı’ çıkartmayı kendimiz başardık. Şimdi de, onun gibi birinin, başka herhangi bir ülkede, beş dakikalığına bile kazanamayacağı bir tanınmışlığı ona yine biz bahşediyoruz. Nasıl? Öfkemizi ve duygularımızı, aklımızın ve sağduyumuzun önüne koyarak.
PKK terör örgütü liderinin iadesini istemekte Türkiye yerden göğe kadar haklı. Ancak, bunu bir inatlaşma haline getirince, işin bütün ölçüsü kaçırılmış oluyor. Bir an düşünelim: Öcalan’ı neden geri istiyoruz? “Hak ettiği cezaya çarptırılması için”, değil mi? İddiamız, PKK’nın 30 binin üzerinde insanın canını alan eylemlerinden Abdullah Öcalan’ın şahsen sorumluluk taşıdığı olduğuna göre, ona verilecek yasalardaki en ağır ceza bile hafif kalacaktır. Sırf Öcalan’ı geri alabilmek için yasalardan idam cezasını kaldırmayı göze alıyoruz; bunu yapmakla Öcalan’a yönelik iddialarımızı zedelediğimizi de fark etmiyoruz. İdam cezasını kaldıracağız, Öcalan’ı bize iade edecekler, peki sonra? Gazete manşetlerinden sokaklara taşan öfkeyi seslendirenler arasında bu soruyu kendisine soran bir tek Allah’ın kulu var mı acaba? ‘Toplumsal linç’ duygularını kabartmak kadar, toplumu tatmin etmeden o duyguları bastırmak da tehlikelidir. Yoksa gerçek bir ‘linç’ mi düşünülüyor?
Lafımızı eğip bükmeden söyleyelim: Öfkeyi kışkırtanlar PKK’nın ve destekçilerinin tuzağına düşüyorlar. PKK’nın bundan sonraki eylem alanının siyaset arenası olduğunu, dünya kamuoyundan siyasi kabul peşinde koşacağını kendimiz söylemiyor muyuz? PKK gibi elleri kanlı teröristlerden oluşan bir örgüt, bunu, ancak kendisini mazlum konumuna oturtarak gerçekleştirebilir. Roma sokaklarından dünya medyasına yansıyan manzaralar, bir süre daha böyle devam ederse, PKK’nın ekmeğine yağ sürecektir.
Oysa, serinkanlı bir değerlendirme, konuyu mantık zeminine oturtmakta zorlanmazdı. Türkiye haklı taleplerini en uygun zeminlerde, en uygun söylemle dile getirebilir sözgelimi. NATO’da, çeşitli Avrupa kurumlarında üye bir ülke olarak, Türkiye, bu özelliklerini kendi lehine kullanabilir. Keşke Avrupa Birliği’ne de tam üye olabilseydik; ancak gümrük birliği üyeliği bile, Almanya ve İtalya’nın en büyük payı aldığı Avrupa ülkeleriyle ticaret partneri olmamız da, ABD’nin sözde kalmamasını umut ettiğimiz açık desteği de, Türkiye için ciddi kozlar. Medeni ülkeler arasında yeri olan Türkiye, kendine yakışan bir üslupla, iradesini üyesi olduğu kurumların ve topluluğun iradesi haline dönüştürebilir. Oysa Türkiye, bu değerli kozlarını, Roma sokaklarında üç otuz paraya harcıyor. 
Roma sokaklarını meydan savaşı alanı gibi kullanmamız bakın nelere yol açıyor? PKK, Avrupa’daki bütün sempatizanlarını, bizim olağanüstü ilgimiz yüzünden bir tür şov mekanına dönüşen Roma’ya yığıyor. Terör örgütü olduğunu söylediğimiz PKK’nın, bayrağını taşıyan, sloganlarını haykıran bunca taraftarı olduğu görüntüsü bile bizim için bir zül. Öfkemizin aklımızın önüne geçmesine bir an engel olabilsek, şu anda yapılması gerekenin, işi hukuki seyrine bırakıp Abdullah Öcalan’a kucak açanları kendi ayıplarıyla başbaşa bırakmak olduğunu hemen anlayacağız. ‘Baldan tatlı’ olduğuna inandırıldığımız öfkemiz, Öcalan’ı kendi elimizle kabil-i muhatap bir lider haline getirip dünya gündemine soktuğumuzu kendi gözlerimizden gizliyor.
PKK gerçekten bir avuç çapulcudan ibaret, Abdullah Öcalan da uçkurunu düzeltmekten aciz bir lider bozuntusu. Böyle bir bozuk malzemeden çağdaş bir ‘Cesur Yürek’ çıkarmayı öfkesini dizginleyemeyen bizler becerebilirdik ancak. 
SONRAKİ YAZI * Bu yazıyı tartışmak için görüşlerinizi listemize yazınız: medyakritik@makelist.com
ANA SAYFA