|
Önce
Anavatan Partisi’nin yönetimini kutlamamız gerekiyor. Cumartesi ve Pazar
günleri yapılan 6. Olağan Genel Kuruluyla, Anavatan Partisi yönetimi, güven
tazelemiş oldu. Genel başkan yine Mesut Yılmaz; parti karar mekanizmasından,
Mesut Bey’in tek adam pozisyonunu tartışabilecek, ya da kendileri potansiyel
lider adayı olarak görülebilecek isimler teker teker temizlendi. ANAP’ın,
üç hürriyet mirasına yüz çevirdiğinden beri Turgut Özal ile irtibatı kopmuştu
zaten; iki kongredir süren “partiyi bütünüyle Mesut Yılmaz’ın yapma” ameliyesi
artık tamamlanmış oldu. Alev Alatlı’dan ödünç alarak, “Okey Musti, ANAP
artık Mesut Yılmaz’ındır” diyebiliriz.
Bizde siyasiler hep Batı’yı örnek gösterirler, ama iş kendileri
örnek olmaya gelince tavırları doğuludur. Batı’da, siyasi partiler, liderlerini
çok uzun süre başlarında taşımıyorlar; hele başarısı tartışılır hale gelmiş,
ya da seçimden yenilgiyle çıkmış liderlerin gözünün yaşına bakılmıyor.
İngiltere’de İşçi Partisi, Tony Blair ile başarıyı yakalayana kadar beş-altı
lider denedi. Margaret Thatcher, popülerliğinin zirvesindeyken Muhafazakar
Parti liderliğini bıraktı; halefi John Major da ilk yenilgide yerini terk
etti. Ülkesini 17 yıl yönetmiş Helmut Kohl, rakiplerinin sandık başarısından
sonra, şansölyelik koltuğuyla birlikte Hıristiyan Demokrat Parti liderliğini
de bıraktı. Bir ara “Yunanistan siyasetinde kim kimdir?” çok iyi bilirdim;
orada da ön plandaki simalar o kadar sık değişmeye başladı ki ben de takibi
bıraktım.
Bizdeki kadar uzun süreli liderlikler, ancak, demokrasiden
nasibi olmayan ülkelerde var. Hafız Esad 1970 yılından beri Suriye’de ipleri
elinde tutuyor. Saddam Hüseyin, 1960’larda ‘perde gerisindeki güçlü adam’
konumundaydı; baba bildiği Hasan el-Bekr’i kenara itip başa geçtiği 1979’dan
beri Irak’ta tek seçici o. Mısır’da liderleri iktidardan ancak ölüm ayırabiliyor.
Şark’ın özelliği bu: Bir kere koltuğu eline geçiren ona sıkı sıkıya yapışıyor.
Bunun sebebi, “Bizim gibi ülkelerde liderlik kumaşından olanların
öyle pek sık ortaya çıkmamasıdır” diyelim. İyi de, eğer liderlik kulvarında
önleri sürekli kesilecekse, insanların liderlik kumaşından olup olmadığını
nereden anlayacağız? Bizde liderlikte kıdem ayak oyunlarında ustalaşmayı
getiriyor; ihanetlerle dolu siyaset hayatında, insanların davranışlarını
öğreniyor lider ve her birini diğerine karşı kullanıyor. Lider doğdukları
için ayakta kalmıyor liderler, siyasetin çirkinliklerini kendi çıkarlarına
kullanmayı öğrendikleri için liderliği sürdürüyorlar.
Siyaset biliminde bu tür yapılanmanın hiç de hoş gözle bakılmayan
bir adı var; ‘patron-müşteri sistemi’ deniyor buna. Tepeden tabana doğru
bir örgütlenme biçimini öngörüyor bu. Bir kere liderliği ele geçiren, nimetleri
aşağıya kadar dağıtarak organizmayı kendisine bağımlı kılıyor. Irak’ta,
Saddam Hüseyin’in memleketi olan Tekrit’ten gelmiş olanlar, onun güç tabanını
oluşturuyorlar; Suriye’de bu Lazikiyye kökenlilerle sağlanıyor. Bizdeki
parti yapılarına bakın benzerlikler göreceksiniz; Tony Blair’in aklına,
memleketi olan Edinburg’da doğanları İşçi Partisi’nin kilit noktalarına
getirmek gelmez herhalde, ama eğer espri değilse, ANAP’ın Hakkari örgütüne
bile Rize doğumlu bir başkan bulmakta zorlanmamış Mesut Yılmaz.
ANAP’ın yönetime güven tazeleme kongresinin, Anasol Hükümeti’nin
gensoruyla devrileceğinin anlaşıldığı bir döneme denk gelmesi de ilginç.
Mesut Yılmaz, partisini üç kez genel başkan olarak seçime soktu, üçünde
de başarılı olamadı. Üç hükümette başbakanlık üstlendi, ilk ikisinde üç
ay içinde iktidarı terk etti, şimdiki de sadece 14 ay sürebildi. Bu defa,
ihaleye fesat karıştırmak ve devlet rantını etrafındaki işadamlarına dağıtmak
için çete oluşturmak gibi siyasi açıdan vahim iddiaların muhatabı Mesut
Yılmaz; iddialar Meclis tarafından ciddiye alınırsa, önünde Yüce Divan
yolu bile açılabilir. Kendisi “Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime”
şarkısını söylerken, ANAP delegeleri onun kadar bile tedirginlik duymadılar.
Olacak şey değil!
Siyasetin, demokratik sistemlerin özünü teşkil eden mekanizmaların
hiçbirinin çalışmadığı bir zeminde yürütülmesi, ilk bakışta, herkesin işine
gelir gibi duruyor. Lider artıları ve eksileriyle herkesin bildiği bir
isim; liderin önceliklerine göre oluştuğundan parti örgütünün davranışlarını
öngörmek mümkün olabiliyor. ANAP’ta olduğu gibi, milli gelirin yüzde 80’ini
kendi arasında paylaşan yüzde 20’lik elit tabakadan oluşan bir de taban
varsa, siyaset-dışı odakların, o parti üzerine oturan senaryolarını hayata
geçirmeleri hiç de zor değil. Başka partilerde durumun fazla farklı olduğunu
sanmayın; sosyal bilimler yöntemleri uygulandığında, Türkiye’deki hemen
her parti için benzer bir tahlil yapılabilir. İkide bir krizlerin patlaması,
on yılda bir tökezleme, böyle bir siyasi zeminde gerçekleşebilir zaten.
Benim merak ettiğim, Mesut Yılmaz’ın 11 kez görüşerek Anasol
Hükümeti üzerinde pazarlık yaptığı Deniz Baykal’la şu sıralarda sergilediği
zıtlaşmanın herhangi bir maliyeti olup olmayacağı. Daha önce Deniz Baykal
ne derse onu kabul eder görünen Mesut Bey, Korkmaz Yiğit kasetinden sonra
CHP’ye ve liderine karşı nazik davranma ihtiyacı duymaz oldu. Aralarında
varolduğu anlaşılan ama ne idüğü bir türlü çözülemeyen sır, Korkmaz Yiğit
miydi acaba?
Aman, bana ne? Bana düşen, böylesine nezih bir kongre gerçekleştirdiği
için ANAPlı dostlarımızı ve yeniden genel başkan seçildiği için de Mesut
Yılmaz’ı tebrik etmek. Tebrikler Mesut yılmaz, tebrikler Anavatan Partisi...
|