Fehmi Koru
Başbakan Yılmaz, gerçekten samimi mi?
Başbakan Mesut Yılmaz, çeteler konusunda, kendisinden hiç beklemediğim kadar cesur davranıyor birkaç gündür. Önce partisinin başkanlık divanında, ardından grup toplantısında, “Kime kadar giderse, oraya kadar iz süreceğiz” dedi. Yakın mesai arkadaşlarına, “Çetelere bulaşanlar hergün yüz yüze geldiğimiz dostlarımız, arkadaşlarımız bile olabilir, kimsenin gözünün yaşına bakmayacağız” dediği de kulağıma geldi. Böyle bir tavra nasıl “Aferin” demem.
Mesut Yılmaz, toplumun her kesiminden yükselen temizlenme talepleri konusunda gerçekten samimi olabilir mi? ‘Temiz toplum’ beklentisine bu hükümetten olumlu bir cevap gelebilir mi? Neden olmasın. En yakınlarını fedaya hazırsa, elbette Mesut Yılmaz da çetelerle mücadelede başarılı olabilir. Ancak, Mesut Bey’in bu konuda samimi olduğundan ciddi kuşkularım var benim. Cesurca sözlerinin sadece bir görüntü olma ihtimali çok büyük.
Kuşkularımın altında, bugün Meclis’te yaşanan emrivaki yatıyor. Sonu iktidar açısından hüsran bile olsa, emri vaki emri vakidir. Bir süreden beri, ne pahasına olursa olsun, Radyo Televizyon Üst Kurulu Yasası’nda bir değişiklik peşindeydi Mesut Yılmaz, kendi partisi içinden de tepkiler alınca değişiklik tasarısını rafa kaldırmıştı; uyutulmaya terk ettiğini sandığımız tasarıyı dün aniden genel kurul gündemine indiriverdi.
RTÜK yasası deyip geçmeyin; yasada yapılmak istenen değişiklik, son günlerde içimizi dışımıza çıkaran çeteler konusuyla, devlet rantlarının yağmalanmasıyla yakından ilgili. Eğer değişiklik yapılabilseydi, çetelerle içli dışlı çevreler, hem radyo televizyon sahibi olabilecek, hem de devletin dağıttığı ranttan yararlanabileceklerdi. Daha iyi anlaşılsın diye şu misali vereyim: Mesut Bey’in değişiklik tasarısı Meclis’ten geçseydi, Korkmaz Yiğit ve arkasındaki güç, gazete ve televizyon kanallarını elinde tuttuğu sürece, trilyonluk elektrik santralleri ve dağıtım şebekelerinin de sahibi olabilecekti. Mesut Yılmaz’ın Meclis’e dayattığı değişiklik tasarısı medya patronlarını sınırsız güç sahibi kılmayı amaçlıyordu çünkü.,
RTÜK yasasının yürürlükteki maddeleri, radyo ve televizyon sahiplerinin devlet ihalelerine girmelerini sınırlıyor. Oysa, bir çok zengin, medya patronluğunu, kendisine hükümetler üzerinde baskı yapabilme gücü verdiği için istiyor. Sistem şöyle işliyor: Medya gücü, bir kişinin liderliğe getirilmesi veya bir partinin iktidara ulaşması için kullanılıyor önce. Hatta, yakın zamanlarda hep beraber gördüğümüz gibi, vatandaşın sandığa yansıyan iradesi bile medyanın estirdiği rüzgar sebebiyle bir anlam taşımıyor; çoğunluğa hükmeden partiler iktidardan apar topar devriliyor, buna karşılık arkasında oy gücü bulunmayan partiler medya dopingiyle iktidara iteklenebiliyor. Bu kıyağa mazhar olan siyasi kadrolar da nankör değiller ya, onlar da, devlet imkanlarını, “Büyük kardeşe büyük, küçük kardeşe küçük pay” ölçüsüne uygun biçimde medya patronları arasında pay ediveriyor. Son birkaç yıl içerisinde bu şablon hiç değişmedi; özelleştirilen işletmeler, bankalar, enerji ihaleleri hep medya patronlarına gitti.
Oysa, demin de söylediğim gibi, RTÜK yasasına göre, medyada yüzde ondan fazla hissesi bulunan patronların, devletle iş tutması, ihalelere katılması yasak. Anasol iktidarı kurulur kurulmaz kazananları açıklanan akıl almaz pahadaki enerji ihalelerinin hepsi medya patronlarına verildi; kağıt üzerinde verildi ama, denetim mekanizması, eldeki RTÜK yasasına aykırılık sebebiyle pürüz çıkartmakta. Servetlere servet katacak elektrik santralleri ve dağıtım şebekesi ihalesini kazanan medya patronları, Danıştay’ın ayak sürümesi yüzünden, hayallerini gerçek yapamıyorlar.
Bu gerçekler ortada dururken, Mesut Yılmaz’ın, “Kime kadar ulaşırsa ulaşsın çetelerle iş tutmuş herkesin ensesindeyiz” demesi, medyaya çeteleri üşüştüren rant dağıtımını meşrulaştıracak bir yasa değişikliğini aniden Meclis’e sevk etmesiyle çelişiyor. Gerçekten çetelere karşı olan bir siyasi, nasıl olur da medyaya çeteleri üşüştürmeye yarayacak bir yasal düzenlemeden yana olur? Dünyanın hiçbir yerinde, medya patronları, bırakın devletle aşna fişnayı, medyada bile belli bir oranın üzerinde hisse sahibi olamazlar. Bizde, Korkmaz Yiğit gibi servetinin kaynağı şüpheli bir kişi, üç televizyon kanalı, üç gazete ve sayısız derginin sahibi haline gelerek medya patronluğu skalasında ikinci sıraya oturuverdi; bir hafta içerisinde.
Türkiye Büyük Millet Meclisi kendisine yakışan biçimde davrandı ve iktidardan daha sağduyulu olduğunu, Başbakan Mesut Yılmaz’ın sergilediği çifte standarda sahip çıkmayarak bir kez daha ispatladı. Değişiklik tasarısı, sağduyulu milletvekillerinin direnişiyle, Meclis tarafından püskürtüldü. Medya patronlarına sınırsız güç veren ve bu özelliğiyle çeteleri medyaya üşüştüren değişiklik hazırlığı, bir yıl içerisinde bir daha Meclis gündemine gelemeyecek... 
Olan benim ‘aferin’e oldu; son günlerde çetelerle mücadele ediyor görüntüsü sebebiyle benden kazandığı kocaman ‘aferin’i, Mesut Bey’den geri istemek zorundayım, ne yazık ki.

 
 

SONRAKİ YAZI * Bu yazıyı tartışmak için görüşlerinizi listemize yazınız: medyakritik@makelist.com
ANA SAYFA