![](Fehmi.jpg) |
İşittikleriniz, gördükleriniz, okuduklarınız eminim sizin
de midenizi kaldırıyordur. Çok değil iki yıl önce, Çetin Altan, bir pazar
sohbetinde, “Türkiye çete devleti olmaktan çıkmalı, hukuk devleti olmalı”
dedi diye, cumhuriyet savcıları harekete geçmişlerdi, “Türkiye’ye çete
devleti denir mi?” diye... Bugün, çetelerin devlete sızdığı, başbakan ve
cumhurbaşkanı düzeyinde kabul görüyor. Bir kanun kaçağının telefonuna takılan
devlet manzarası hiç de şık değil. Özelleştirme ihaleleri, bankalar, hatta
gazete ve televizyon kanalları, devletin çıkarını korumakla görevli siyasilerle
bürokratların gözleri önünde, çetelere peşkeş çekilmiş... Bakanlar, milletvekilleri
kanundışı tiplerle görüşmek için kuyruğa girmişler, saygın bildiğimiz patronlar,
bankacılar kanlı katillerle pazarlık yürütmüşler... Gazete haberlerine
inanacak olursak, emniyet müdürleri, istihbaratçılar çeteler tarafından
aylığa bağlanmışlar...
Peki bütün bunlar olurken, devletin zinde güçleri, cumhuriyeti
korumak ve kollamakla görevli olanlar, savcılar, yargıçlar ne yapıyorlardı?
Bu soruyu soruşumun ilk akla gelenin ötesinde bir sebebi
var. Susurluk kazasının ortaya çıktığı 3 Kasım 1996 tarihinden başlayarak,
dozu hergün artan şiddetle tekrarladığım bir gerçeği hatırlatmak niyetiyle
soruyorum bu soruyu.
Bürokratların, istihbaratçıların, siyasilerin ve işadamlarının
çetelerle içli dışlı oldukları, devletin imkanlarını, ülkenin rantını kanundışı
tiplerle paylaştıkları dönem, Türkiye’de irtica eksenli tartışmaların ayyuka
çıktığı dönemdir. Özelleştirme adı altında milli değerlerin çarçur edildiği
sırada, Alaaddin Çakıcı elinde telefon, onu korkutup buna ihale dağıtırken,
patronlar ellerindeki gazete ve kanalları çetelerle üleşirken, bütün bu
olup bitenlerden haberdar olmayan kesimler, birdenbire patlayan irtica
kampanyalarının etkisi altındaydılar. Üniversitelerde daha önce görülmeyen
yasakçı tavır devletin çetelerin kucağına düştüğü son üç yıl içinde azdı.
Çeteler devlet içinde sinsice yuvalanırken, laiklik konusunda duyarlı çevreler,
sokaklara dökülüp “Kahrolsun irtica” diye bağırmaya teşvik edildiler...
İlk bakışta size bu tespitim garip gelebilir, ama doğru anladınız:
Evet, irticaın, başörtüsü yasağının, laiklik konusundaki duyarlılığın teşvik
ve tahrik edilmesinin çetelerle irtibatlı olduğunu iddia ediyorum ben.
Çeteler, devlete, devletten birilerinin, “Cambaza bak, cambaza” tavrı yüzünden
kolayca sızabildiler. İrtica yaygarası çeteleşmeyi gözlerden gizlemeye
yaradı.
Ne demek istediğimi daha iyi anlatmak için, Korkmaz Yiğit’in
medya macerasına bir göz atalım isterseniz. Korkmaz Bey, kısa bir sürede,
üç gazete, üç televizyon kanalı ve sayısız derginin sahibi olarak Türkiye’nin
saygın bir medya patronu haline geliverdi. Alış veriş bitip milyarlarca
dolar el değiştirdikten sonra, ancak o zaman, Korkmaz Yiğit’in Alaaddin
Çakıcı ile telefon arkadaşı olduğunu öğrendik. Kulağı olan herkes, Türkbank
ihalesine Çakıcı tarafından fesat karıştırıldığını duydu. İddialar hükümet
tarafından da nihayet ciddiye alındı ve Korkmaz Yiğit’te kalan ihale donduruldu.
Çakıcı ile telefon konuşmasının kaseti piyasaya düştükten
sonra Korkmaz Yiğit medyasına bir haller oldu. Bir gazete ile iki televizyon
kanalı, kaseti ısrarla görmezden gelip sadece patronun açıklamalarını yayınladılar.
Bir şey daha yaptılar: Bütün bir hafta boyunca, her gün, manşete bir irtica
haberi oturttular. Medyanın irticayı bir tür ayıp-örter gibi kullandığını
medyacılardan daha iyi kim bilebilir? Korkmaz Yiğit gazetecilerinin bir
haftalık yayınları, bu ülkede, irtica adı verilen mevhum tehlikenin, mafyanın
ve çetelerin devletleşmesi ayıbını gözlerden gizlemek amacıyla kullanıldığını
kesinlikle gözler önüne sermekte.
İşin hazin tarafı, Türkiye’de, herkesin, irticaın varlığına
inanıp laiklik aşkına sokaklara dökülenlerin de, irtica konusunu kullananların
mağdur ettiği kitlelerin de, psikolojik savaş taktiklerine dur deme basiretinden
mahrum oldukları gerçeğidir. Dost acı söyler, ben de söyleyeyim: İster,
“İrtica azdılar, şeriatçılar tırmanışta” diye sokaklara dökülün, isterseniz
üniversitelere alınmayan mağdurlarla dayanışma eylemi yapın, son tahlilde,
her ikiniz de, devleti teslim almasına ramak kalan çetelerle onların işbirlikçilerinin
ekmeğine yağ sürmektesiniz. Asla akıldan çıkartılmaması gereken gerçek
budur işte.
Türkiye’nin bugün en büyük sorunu, devleti çetelerin elinden
kurtararak bir hukuk devleti haline dönüştürmek, bir gecede 700 trilyonun
el değiştirdiği bir çeteler ülkesi olmaktan kurtarmaktır. Bunu yapınca,
laiklik konusunda duyarlı olanlar irtica tehlikesinin bir serap olduğunu
anlayacaklar, başörtüsü mağdurları da üzerlerindeki baskının uçup gittiğini
fark edeceklerdir. Esas sebep ortadan kalkınca, o sebebi gözlerden gizleme
ihtiyacı da kalmayacaktır çünkü.
Laiklik konusunda duyarlı olanlar ile başörtüsü mağdurları
veya onlara yakınlık duyanlara bir ortak çağrım var benim. Gelin, esas
sorun olan çeteleşme karşısında tek cephe halinde tavır alın. Cumhuriyetin
75. yıldönümünü kutlamaya hazırlandığımız şu günler bize ‘erdemli bir cumhuriyet’
isteme fırsatı veriyor. Cumhuriyetin erdemi adına, başörtülü ile başörtüsüzün
elele tutuşarak gerçekleştirileceği, yediden yetmişe herkesin katılacağı,
milletimizin temiz toplum kararlılığını kör gözlere bile sokacak bir ‘çetelere
hayır’ eylemine ne dersiniz? Bu teklifim üzerinde bir düşünün bakalım.
|