 |
“Yaşayan görür” demişler, bu söz beni sürprizlere hazır tutuyor.
“Görmediğim bir şey kalmadı, hiçbir şey beni şaşırtamaz” dediğim sırada,
birisi bir icatta bulunup dudağımı uçuklatıyor çünkü. Son icadı artık herkes
biliyor: Başbakan Mesut Yılmaz, bu akşam, önemli bir davete evsahipliği
yapıyor. Davetin sahibi kendisi, yanında beş bakanla beş de üst düzey bürokrat
bulunuyor. Ben eminim, kendisini tutamayıp, partisinin ileri gelenlerinden
birkaç kişiyi de seyirci olarak konuta davet etmiştir. Beş bakan ve beş
bürokratın karşısında, onları sorgulamak üzere, 20 kadar da gazeteci davetli
yemeğe. Başbakanlık mutfağından çıkma yemekler yenirken, gazeteciler, bakanlarla
bürokratlardan münasip gördüklerine, “Türkbank ihalesiyle ilgili Emniyet’in
gönderdiği uyarı yazısı ne oldu; belgeyi hanginiz kaybetti, neden gereği
yapılmadı?” türü sorular yöneltecekler...
Bu olayda dudağımı uçuklatan yenilik, böyle bir görüntünün,
Türkiye’nin öykündüğü ülkelerde asla rastlanmayacak bir görüntü olmasından...
Gazeteci milleti bakan ve bürokratı karşısında görünce duramaz, zihnindeki
soruların cevaplarını arar; ancak, siyasilerle memurların kurbanlık koyun
gibi karşılarına dizildiğini görünce, bizim meslektaşların dilleri tutularsa
hiç şaşırmayacağım. Bence, böyle bir manzaraya alışık ülkelerden, mesela
Irak’tan, Suriye’den, Türkmenistan ve Azerbaycan’dan gazeteci ithal edilip
dekor onlarla tamamlansaydı daha yakışıklı olurdu. O ülkelerde, televizyon
kameraları önünde yapılan benzeri yüzleşmelerde, başkanlar veya başbakanların,
bakan azlettikleri bile görülür; o ülkelerdeki meslektaşlar böyle yüzleşmelere
antrenmanlıdır, sizin anlayacağınız...
Bir yazar arkadaşımız, gazetesindeki köşesinde, gazetecilere
Mesut Yılmaz gözüyle puan veriyor. İlk önce yadırgamıştım yaptığını; ancak
isabetli bir iş yaptığı, o arkadaşımızın kırık not verdiği yazarların hiçbirinin
bu geceki davete çağrılmadıklarından belli. Aralarında birkaç haşarı da
var, ama bu akşam konuta davet edilenler, genellikle, karnesi düzgün arkadaşlarımızdan
oluşuyor.
Benim bu akşam radarlarımı konuta dikmemi gerektiren bir
beklentim var. O da, gazetecilerin devletin siyasileriyle memurlarına neler
soracakları veya ne cevap alacakları yönünde değil. Ben, biraz da yüreğim
çarparak, sorgulanmak üzere oraya çağrılanların sorgucularına bir çıkış
yapmalarını bekliyorum. Öyle ya, kendisine, “Çetelerle irtibatlı bir işadamına
bankayı neden sattınız?” diye soracak gazeteciyi, suçlanan devlet görevlisi,
“Biz bir kabahat yaptık, anladık, peki sizin patronunuz aynı şahsa neden
gazetesini sattı, dağıtım şirketine ortak etti?” diye tersleyiverse...
Ya da, “Emniyet’in gönderdiği yazıyı neden görmezden geldiniz?” sorusunun
yöneltildiği bürokrat, soruyu soran meslektaşımızı, “Peki, siz, patronunuzun
ortağı olduğu bankanın genel müdürünün Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde
ifade vermesini gazetenizde neden haber yapmadınız?” gibi bir soruyla ayıplarsa
ne olacak? Bu akşam konutta biraraya gelenlerden bir dostuma, “Böyle bir
tedirginliği yaşamamak için, en iyisi, ‘körlerle sağırlar birbirini ağırlar’
özdeyişine uygun davranın” tavsiyesinde bulundum. Umarım, tavsiyemi diğerlerine
de iletmiştir.
Aslında, gazetecilerin bakanlar ve bürokratlara soracakları
soruların cevapları şimdiden belli. Emniyet, önce gönderse daha işe yarayacak
uyarı yazısını Türkbank ihalesi olup bittikten sonra Merkez Bankası’na
ve Başbakanlığa göndermiş... İlgili makamlar, “Bu adamın çetelerle irtibatı
var” uyarısına kulak tıkamışlar... Esasen, siyasilerin, hakkında uyarıldıkları
işadamının aslında kimin adamı olduğunu bildiklerine kalıbımı basarım.
Sorulması beklenen soruların cevapları bence belli; ancak
bütün bu kargaşada güme gitmiş, cevabı henüz alınamamış başka sorular var.
Yemeğe katılan gazetecilerin esas o soruları sorup hepimizi aydınlatacaklarını
umuyorum ben.
Sorulardan biri, kasetlerde yer alan, Alaeddin Çakıcı’nın,
arkasından polis gönderildiği haberini, kendisine, iki bakan aracılığıyla
Mesut Yılmaz’ın ulaştırdığı iddiasıyla ilgili. “Çakıcı’nın yakalanması
talimatını ben verdim” diyor Mesut Bey; Alaeddin Çakıcı ise, “Kaçmam için
uyarıyı Mesut Bey’den aldım” iddiasında. Hangisi doğru bu iddiaların?
Bir diğer iddia, Alaeddin Çakıcı’nın, Mesut Bey’in en yakınındaki
kişiye, 150 bin dolarlık bir otomobil aldığıyla ilgili. Çakıcı, “Altına
150 bin dolarlık araba çektik” diyor telefonda. Çakıcı kasetleri işportaya
dökülmeden epey önce, Mesut Bey’in o yakınına, çok değerli bir otomobil
hediye edildiği gazetelere haber olmuştu. Sonra, otomobili, başbakanın
kardeşinin hediye ettiği duyuldu. Hazır konuta çıkmışken, meslektaşlarım,
bu otomobil konusuna da açıklık getirirler umarım.
Bir konu daha var. Eyüp Aşık, kasetlerde adı geçtiği için
hem bakanlıktan hem de milletvekilliğinden istifa etti. Eyüp Bey’in davranışı
şıktı. Sonra pek çok yeni kaset ortaya çıktı, başka isimler de vahim isnatlara
hedef oldular, ama hiçbiri aynı yolu denemedi. Sorum şu: Kasetlerde adı
sıkça geçen Mesut Yılmaz, kendisi istifa etmediğine göre, Eyüp Aşık’a karar
değiştirtmeyi düşünüyor mu?
Umarım, bu gece, basın tarihimize de siyaset tarihimize de,
iyi aile çocuklarının katıldığı, kavgasız gürültüsüz, nezih bir ziyafet
olarak geçer.
|