|
Türkiye’de aydınların müthiş bir ilke sorunu olduğuna kuşku
yok. Dün iyi gördüklerini bugün kötü göstermelerine, dün savunduklarını
bugün yermelerine alışığız. Kolayken herkesle birlikte demokrasiyi savunur
bizim aydın da, iş zora geldi mi, temel hak ve özgürlüklerden feda edilebileceği
safsatasını kılıfına uydurmayı bilir. ‘28 Şubat süreci’ de denilen, temelde,
daha az demokrasi, daha çok dayatma anlamına gelen döneme, biraz da bu
tip ilkesiz aydınlar yüzünden girdik. Bugün, bir çok alanda, dünyanın diğer
ülkelerinin yüzüne bakacak durumda değilsek, bunda, çoğu eğitimlerini Batı
ülkelerinde almış bu tip aydınların etkisi büyüktür.
Bu tip aydın, kendisinin o anda saf tuttuğu cephe dışına
karşı acımasızdır. Dört ilkokul çocuğu sokakta dans ederek para topladığında,
onlara, “Ne güzel bir iş yapıyorlar” diye sahip çıkar da, eğitim hakları
elinden alınan üniversite öğrencileri mağduriyetlerini protesto edince
bunu ‘kalkışma’ olarak görür. İrtica kampanyalarının gemi azıya aldığı
dönemde, bir bakarsınız, masumane sarf edilmiş bir cümle yüzünden, ilim-irfan
yolunda dirsek çürütmüş ve profesör unvanını almaya hak kazanmış saygın
kişilere bile ‘kara’ sıfatını yapıştırmaktan çekinmez bu tip aydın.
Bir gazetemizin okumuş-yazmış yöneticisinin son uçak kaçırma
olayı sonrasında sergilediği tavır aydın ilkesizliğinin en tipik örneklerinden
birini teşkil ediyor. Şimdi moda insan hakları savunucularını suçlamak
ya, o yönetici de, modaya uygun görevini, iki gündür insan hakları derneği
başkan yardımcısını hedef göstererek yerine getiriyor. İlk gün, gazetesinin
manşetinden, “Manyağa bak” diye seslendi; Başkent Kulisi programı içinde
bunu eleştirmeme de, bugün sütununda cevap verme ihtiyacı duydu. Kısaca
söylediği şu: “Teröristin insan hakkı yoktur; ‘Uçak kaçıran öldürmeden
yakalanmalıydı demek manyaklıktır...”
Terörden bizar olmuş bir ülkede bu tür bir yaklaşımı doğru
bulanların sayısı hiç de az değildir, biliyorum, zaten o da bu sözleriyle
tribünlere oynuyor. Ateş düştüğü yeri yakar; bizde de terör ateşi kaç ocağa
düştü, kaç aileyi yaktı. Ekonomik kalkınma için kullanılabilecek değerli
kaynaklar terör mücadelesine sarf ediliyor, zorunlu olarak. Böyle bir ülkede,
terörü tasvip etmek ve teröriste sahip çıkmak için insanın deli olması
gerekiyor. Ancak bütün bu gerçekler, aydın olma sorumluluğunu gazetedeki
odasının önünde çıkaran meslektaşımızı haklı kılmaya yetmiyor.
Geçen gece bütün ülkenin heyecanlanmasına sebep olan uçak
kaçırma olayı tam bir terör eylemiydi. Bölücü örgütten etkilendiği anlaşılan
terörist, Cumhuriyet Bayramı’ndaki coşkuya, THY’na ait bir uçağı kaçırarak
gölge düşürme gayreti içindeydi. Eylemin, mürettebat ve yolcuların canı
yanmadan, başarılı bir operasyonla bitmesi tebrike şayandır. Keşke, mümkün
olsaydı da, operasyonda, terörist sağ olarak ele geçseydi; böylece, hem
son eylemi, hem de önceki kanlı eylemleri hakkında hesaba çekme imkanı
bulunurdu.
Böyle bir temennide kınanacak ne var? ‘İnsan hakkı’ kavramı,
kapsam alanına, sadece devletine bağlı vatandaşları almaz. İnsanın en önemli
hakkı yaşama hakkıdır. Zaten bu yüzden, medeni insanlar, “Asmayalım da
besleyelim mi yani?” diye düşünmez, suç işleyenlerin bile asgari imkanlardan
yararlanmasını sağlamaya çalışırlar. Yine bu yüzden, cezaevlerine düşmüş
insanlara yiyecek verilir, açlığa terk edilerek ölmeleri beklenmez. Ölüm
cezası alan suçlular bile, medeni dünyada, en az acı çekeceğine inanılan
bir yöntemle infaz edilirler. Kanlı katil bile, eğer bir çatışmada yaralanmışsa,
önce tedavi edilir, sonra eğer suçu sabit görülürse idam edilir. Sözün
kısası, suçlunun da insan olduğu ve dolayısıyla temel hakları bulunduğu
bir genel kuraldır. İşkence de, aynı sebeple, insanlık suçu kabul edilir
zaten.
Oysa, bizim bazı aydınlarımız, vaktiyle kendilerinin ders
olarak okuttukları bu temel bilgileri, işgal ettikleri medya koltuklarında
unutmakta ve kışkırtıcılığı aydın sorumluluğuna yeğlemekteler. Henüz yargılanıp
suçlu bulunmamış insanları suçlu ilan etmekten, ya da “Keşke sağ yakalansaydı”
gibi iyi niyetli yaklaşımları, manyaklık olarak görmekten çekinmezler.
Gazetelerini açın bakın, belli odakların sızdırdığı yönlendirme haberlerle
dolu olduğunu görürsünüz. Vaktiyle sıkı eleştiriye tabi tuttukları darbeciler,
nihayetinde, işkenceleri ve yargısız infazları hoş gören bir mantığa sahiplerdi;
bu zavallı aydınlar, insan haklarına aldırmaz görüntüleriyle, kendilerini,
vaktiyle eleştirdikleri darbecilerin derekesine indirdiklerinin farkında
bile değiller...
Biz, kurbanlık hayvanı boğazlarken bile merhametli davranmayı
emreden bir inancın sahipleriyiz. Bizim için terör elbette kınanacak bir
yöntemdir; şiddetin hiçbir biçimini hoş göremeyiz. Ancak, suçluya mukabele
ederken bile, onun da bir insan olduğunu unutmaksızın uygun bir davranış
içine girilmesi gerektiğine inanırız. Bugün teröriste aşırı davranılmasını
onaylayanlar, yarın masum insanların hakları gasp edilirken de seslerini
çıkartmazlar. Zaten dikkat edilirse, masumların eğitim hakları ellerinden
alınırken ses çıkartmaya çıkartmaya nasırlaşan vicdanları, bugün, neticede
insan olan bir suçluya hayat hakkı tanınması talebini manyaklık olarak
görmeye sevk etmiş bulunuyor onları.
12 Eylül döneminden, tarihe, “Öldürmeyelim de besleyelim
mi?” sözü kaldı. Bugünlerden de, vaktiyle üniversitede öğretim üyeliği
yapmış bir gazete yöneticisinin kaleminden “Öldürmeden ele geçirmeyi istemek
manyaklıktır” özdeyişi kalacak. Çok yazık.
|