Fehmi Koru
3 Kasım Susurluk
Ne kadar da inanmıştık değil mi? Türkiye’de hiçbir şey bir daha aynı olmayacaktı. Devletin içinde yuvalanmış çetelerin varlığını açığa vuran Susurluk kazasından sonra coşan medya, tam sayfa reklamlar ve ekrana taşınan duyurularla, “Türkiye’de hiçbir şey bir daha aynı olmayacak” iddiasını seslendirmekteydi. Aradan dolu dolu iki yıl geçtikten sonra, arkada bıraktığımız tartışmalara ve günümüzün gerçeklerine bakıp, “Ne kadar da safmışız” demekten başka elimizden bir şey gelmiyor.
Bizimkisi bile bile lades saflığı. Susurluk’un ortaya saçtığı pisliklerin burun direklerimizi kırdığı günlerde, işbaşında Refahyol Hükümeti vardı. Hem gazetedeki yazılarımızda, hem de buradaki yorumlarda, “Gidin şu pisliklerin üzerine” deyip durduk. O dönemde, ısrarla vurguladığım bir nokta da, üzerine gidilmediği taktirde, Susurluk’un Refahyol’un sonunu getireceği kehanetiydi. Bir şeyi daha ısrarla vurguladığımı hatırlıyorum: “Üzerine gidilmediği taktirde Susurluk Refahyol’un başını yiyeceği gibi, kendilerini korunmasız gören çetelerin cüreti de artacaktı; korktuğum, sonraki aşamanın, çeteler hükümeti kurulması aşaması olmasıydı...
Hangi anlama söylenirse söylensin, ağızdan çıkan ‘fasa fiso’ sözcüğü, dönemin iktidarının skandalın üzerine gitmede isteksiz olduğunu belli etti. Toplumun temizlenme arzusuna kulak tıkandı. Tansu Çiller de kendisine özgü sebeplerle çekingen davranınca, “Türkiye bir daha aynı olmayacak” iddiası güme gidiverdi. Refahyol devrildi, ardından gelen bugünkü hükümetin bir bakanı çetelerle içli dışlılığını sergileyen bir bant kaydı yüzünden hem bakanlığı hem de milletvekilliğini bırakmak zorunda kaldı. Kasetlerin haykırdığını başbakan duymazdan geliyor, ama gerçeği hepimiz biliyoruz: Mesut Yılmaz’ın da, Budapeşte’de burnuna yumruk yiyecek kadar çetelerle yolu kesişmiş durumda; bugün herkes, nefesini tutmuş, tahmin edilen irtibatı saklanamaz biçimde ortaya koyacak kaseti bekliyor. İkinci bir bakanın da çete irtibatı olduğu duyuldu; o bakan, insanın unutma özelliğine güveniyor...
Aslında, şu sıralarda kamuoyunu meşgul eden çeteler gerçeği aysbergin görünen yüzü sadece; esas çirkef henüz göz hizasına getirilemeyen görünmez bölümde. O bölümde, devletin içine yuvalanmış çetelerin ve çetelerin ardına saklanmış, devlet gücünü kullanan birilerinin çirkin yüzü var... O bölüm bütün haşmetiyle ortaya çıktığında, son 50 yılın tarihinin yeniden yazılması gerekecek.
Bu kadar iddialı olmamın sebebi var; çünkü çeteler olgusunun bize mahsus bir yapılanma olmadığını biliyorum ben. Daha önce İtalya, Belçika ve Yunanistan gibi NATO ülkeleriyle İsviçre gibi NATO’nun ilgi alanına giren ülkelerde varlığı keşfedilmiş bir örgüt bizde de var. Bu örgütü, Amerikalılar, İngilizlerin yardımıyla, bütün NATO ülkelerinde kurdular. Örgütün amacı, faaliyet gösterdiği ülkelerin istenmeyen ellere düşmesini engellemek. Soğuk Savaş döneminde ‘istenmeyen güç’, hemen her ülkede, komünistlerdi. İtalya’daki adıyla ‘Gladio’ diye ünlenen örgüt, komünistlerin iktidara yürüyüşünü engellemek için her şeyi, ama her şeyi yaptı. Kitle eylemlerine girişti, faili meçhul kalacağına inanılan cinayetler işledi, bankalar aracılığıyla kara para akladı, silah ve uyuşturucu ticareti yaptı. 
Gladio, İtalya’da, komünistlerle ortak hükümet kurma cüretini gösteren başbakan Aldo Moro’yu, çetenin sol unsurlarına kaçırtıp öldürttü. Bologna tren istasyonuna çetenin sağcı unsurlarının koyduğu bomba 100’e yakın can aldı. Bir mason locası biçiminde örgütlenen çetenin beyni, çok sayıda bankayı, gazeteyi kontrol ediyordu. Çetelerin İtalya’da iki defa askeri darbe girişiminde bulunduğu da biliniyor. İtalya’da ‘temiz toplum’ talebi karşı durulamaz boyutlara ulaşınca, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte, devleti çetelerden temizleyen süreç başlayıverdi. Altı defa gidip yedi defa gelmesiyle ünlü, ‘tilki’ lakaplı başbakan Androetti’yi, cumhurbaşkanı Cassigi’yi bile, çeteleri örgütleyip kullandıkları anlaşılınca, demir parmaklıklar ardına göndermekte tereddüt etmedi İtalyanlar. 
Türkiye’nin son elli yılına bakıldığında üzerleri şalla örtülü düzinelerle karanlık olay var. Üç askeri darbede yabancı parmağı hep konuşuldu, ama darbelerle devlet çetesi irtibatı hiç gündeme gelmedi. Darbe öncelerinde Alevi-Sünni kışkırtmaları yaşandı, kitle eylemleri görüldü, failleri meçhul cinayetler işlendi; bunların da çetelerin eseri olması gerekiyor. Ülkemizin öndegelen gazetecileri, bilim adamları, işadamları, yargıçları, ‘kör terör’e can verdiler... Ülkeye kevgire dönen sınırlarından silah sokuldu, Türkiye uyuşturucu trafiğinde önemli bir merkez haline geldi. Bu gelişmelerde devlet destekli çetelerin rolü biliniyor, ama işte o kadar... Kimse, konunun üzerine cesaretle gitmediği için, İtalya’da ve başka ülkelerde gerçekleşen, bizde bir türlü tekrarlanamıyor. Bugün, çeteler olgusunun, sadece dışa vuran küçük görüntüleriyle oyalanıyoruz. Çeteleri devletin içinden tasfiye edemeyen Türkiye’de her şey, devlet gücünü her an yanında hisseden çetenin insafına kalmış durumda. Ekonomideki dengeleri çete belirliyor, siyasetin gündem belirleyicisi de yine o... 
Bugün 3 Kasım. Yani, Susurluk kazasının üçüncü yıldönümü. İki yıl önce, “Bir daha hiçbir şey aynı olmayacak” hayalleri kuruyorduk, bugün geldiğimiz nokta, “Türkiye’de hiçbir şey değişmiyor, değişmeyecek” karamsarlığıdır. Toplum tertemiz aslında, ama onun temizliği, sistemden kaynaklanan pis, kirli, çirkef unsurları temizlemek için yetmiyor. 

 

SONRAKİ YAZI * Bu yazıyı tartışmak için görüşlerinizi listemize yazınız: medyakritik@makelist.com
ANA SAYFA