 |
Ne kadar da inanmıştık değil mi? Türkiye’de hiçbir şey bir
daha aynı olmayacaktı. Devletin içinde yuvalanmış çetelerin varlığını açığa
vuran Susurluk kazasından sonra coşan medya, tam sayfa reklamlar ve ekrana
taşınan duyurularla, “Türkiye’de hiçbir şey bir daha aynı olmayacak” iddiasını
seslendirmekteydi. Aradan dolu dolu iki yıl geçtikten sonra, arkada bıraktığımız
tartışmalara ve günümüzün gerçeklerine bakıp, “Ne kadar da safmışız” demekten
başka elimizden bir şey gelmiyor.
Bizimkisi bile bile lades saflığı. Susurluk’un ortaya saçtığı
pisliklerin burun direklerimizi kırdığı günlerde, işbaşında Refahyol Hükümeti
vardı. Hem gazetedeki yazılarımızda, hem de buradaki yorumlarda, “Gidin
şu pisliklerin üzerine” deyip durduk. O dönemde, ısrarla vurguladığım bir
nokta da, üzerine gidilmediği taktirde, Susurluk’un Refahyol’un sonunu
getireceği kehanetiydi. Bir şeyi daha ısrarla vurguladığımı hatırlıyorum:
“Üzerine gidilmediği taktirde Susurluk Refahyol’un başını yiyeceği gibi,
kendilerini korunmasız gören çetelerin cüreti de artacaktı; korktuğum,
sonraki aşamanın, çeteler hükümeti kurulması aşaması olmasıydı...
Hangi anlama söylenirse söylensin, ağızdan çıkan ‘fasa fiso’
sözcüğü, dönemin iktidarının skandalın üzerine gitmede isteksiz olduğunu
belli etti. Toplumun temizlenme arzusuna kulak tıkandı. Tansu Çiller de
kendisine özgü sebeplerle çekingen davranınca, “Türkiye bir daha aynı olmayacak”
iddiası güme gidiverdi. Refahyol devrildi, ardından gelen bugünkü hükümetin
bir bakanı çetelerle içli dışlılığını sergileyen bir bant kaydı yüzünden
hem bakanlığı hem de milletvekilliğini bırakmak zorunda kaldı. Kasetlerin
haykırdığını başbakan duymazdan geliyor, ama gerçeği hepimiz biliyoruz:
Mesut Yılmaz’ın da, Budapeşte’de burnuna yumruk yiyecek kadar çetelerle
yolu kesişmiş durumda; bugün herkes, nefesini tutmuş, tahmin edilen irtibatı
saklanamaz biçimde ortaya koyacak kaseti bekliyor. İkinci bir bakanın da
çete irtibatı olduğu duyuldu; o bakan, insanın unutma özelliğine güveniyor...
Aslında, şu sıralarda kamuoyunu meşgul eden çeteler gerçeği
aysbergin görünen yüzü sadece; esas çirkef henüz göz hizasına getirilemeyen
görünmez bölümde. O bölümde, devletin içine yuvalanmış çetelerin ve çetelerin
ardına saklanmış, devlet gücünü kullanan birilerinin çirkin yüzü var...
O bölüm bütün haşmetiyle ortaya çıktığında, son 50 yılın tarihinin yeniden
yazılması gerekecek.
Bu kadar iddialı olmamın sebebi var; çünkü çeteler olgusunun
bize mahsus bir yapılanma olmadığını biliyorum ben. Daha önce İtalya, Belçika
ve Yunanistan gibi NATO ülkeleriyle İsviçre gibi NATO’nun ilgi alanına
giren ülkelerde varlığı keşfedilmiş bir örgüt bizde de var. Bu örgütü,
Amerikalılar, İngilizlerin yardımıyla, bütün NATO ülkelerinde kurdular.
Örgütün amacı, faaliyet gösterdiği ülkelerin istenmeyen ellere düşmesini
engellemek. Soğuk Savaş döneminde ‘istenmeyen güç’, hemen her ülkede, komünistlerdi.
İtalya’daki adıyla ‘Gladio’ diye ünlenen örgüt, komünistlerin iktidara
yürüyüşünü engellemek için her şeyi, ama her şeyi yaptı. Kitle eylemlerine
girişti, faili meçhul kalacağına inanılan cinayetler işledi, bankalar aracılığıyla
kara para akladı, silah ve uyuşturucu ticareti yaptı.
Gladio, İtalya’da, komünistlerle ortak hükümet kurma cüretini
gösteren başbakan Aldo Moro’yu, çetenin sol unsurlarına kaçırtıp öldürttü.
Bologna tren istasyonuna çetenin sağcı unsurlarının koyduğu bomba 100’e
yakın can aldı. Bir mason locası biçiminde örgütlenen çetenin beyni, çok
sayıda bankayı, gazeteyi kontrol ediyordu. Çetelerin İtalya’da iki defa
askeri darbe girişiminde bulunduğu da biliniyor. İtalya’da ‘temiz toplum’
talebi karşı durulamaz boyutlara ulaşınca, Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte,
devleti çetelerden temizleyen süreç başlayıverdi. Altı defa gidip yedi
defa gelmesiyle ünlü, ‘tilki’ lakaplı başbakan Androetti’yi, cumhurbaşkanı
Cassigi’yi bile, çeteleri örgütleyip kullandıkları anlaşılınca, demir parmaklıklar
ardına göndermekte tereddüt etmedi İtalyanlar.
Türkiye’nin son elli yılına bakıldığında üzerleri şalla örtülü
düzinelerle karanlık olay var. Üç askeri darbede yabancı parmağı hep konuşuldu,
ama darbelerle devlet çetesi irtibatı hiç gündeme gelmedi. Darbe öncelerinde
Alevi-Sünni kışkırtmaları yaşandı, kitle eylemleri görüldü, failleri meçhul
cinayetler işlendi; bunların da çetelerin eseri olması gerekiyor. Ülkemizin
öndegelen gazetecileri, bilim adamları, işadamları, yargıçları, ‘kör terör’e
can verdiler... Ülkeye kevgire dönen sınırlarından silah sokuldu, Türkiye
uyuşturucu trafiğinde önemli bir merkez haline geldi. Bu gelişmelerde devlet
destekli çetelerin rolü biliniyor, ama işte o kadar... Kimse, konunun üzerine
cesaretle gitmediği için, İtalya’da ve başka ülkelerde gerçekleşen, bizde
bir türlü tekrarlanamıyor. Bugün, çeteler olgusunun, sadece dışa vuran
küçük görüntüleriyle oyalanıyoruz. Çeteleri devletin içinden tasfiye edemeyen
Türkiye’de her şey, devlet gücünü her an yanında hisseden çetenin insafına
kalmış durumda. Ekonomideki dengeleri çete belirliyor, siyasetin gündem
belirleyicisi de yine o...
Bugün 3 Kasım. Yani, Susurluk kazasının üçüncü yıldönümü.
İki yıl önce, “Bir daha hiçbir şey aynı olmayacak” hayalleri kuruyorduk,
bugün geldiğimiz nokta, “Türkiye’de hiçbir şey değişmiyor, değişmeyecek”
karamsarlığıdır. Toplum tertemiz aslında, ama onun temizliği, sistemden
kaynaklanan pis, kirli, çirkef unsurları temizlemek için yetmiyor.
|