|
“Ne münasebet?” diyeceğinizi bile bile size kendimin de karıştığım
gerçek bir hayat hikayesi anlatacağım.
Arşivime baktım, 1994 yılının nisan ayı imiş. Bosna Hersek’te
yaşanan insanlık trajedisinin en zirve noktasında, kamuoyunun dikkatinin
tam ortasına napalm gibi bir haber düşmüştü o günlerde. Habere göre, Sırplar,
Gorajde’de kıstırdıkları Müslüman Boşnaklar üzerinde kimyasal silah kullanmaya
başlamışlardı. Haberin doğruluğunu kişisel olarak tahkik imkanı olmayanlar,
televizyon ekranları başına çökmüş ne olup bittiğini öğrenmeye çalışıyorlardı.
O güne kadar konuya ilgi duyduğu bilinmeyen bir bakan, o kanal benim bu
kanal senin dolaşıyor ve haberin doğru olduğunu zihinlere çakıyordu.
Ertesi gün, ki pazardı, Türkiye’nin bir çok ili karıştı.
Özellikle Ankara’da sokaklara dökülen kalabalıklar, izinsiz gösterilerle,
başkenti bir yangın yerine çevirdiler. Atatürk Bulvarı üzerinden aşağıya
inerken, birkaç kişi, Amerikan büyükelçiliği bahçesine de girerek, göndere
Türk bayrağı çekti; bu arada gönderdeki Amerikan bayrağı da indirildi.
Dikkat çeken bir nokta da, polisin göstericilere karşı sert davranmadığıydı.
Olayla ilgili olarak, ayaklanma manzarası veren kalabalıklar hakkında dava
açıldığını da bugüne kadar işitmedim.
Hayatımın hala anlaşılamamış gizemli sayfalarından biridir
kimyasal silah haberinin ulaştığı gece. Gorajde’de kimyasal silah kullanıldığı
haberi hiçbir yabancı kaynak tarafından doğrulanmadı, ancak, özellikle
iki yerli kanal -bazen Bosna’dan birilerini de konuşturarak- iddiayı duyurdu,
bir devlet bakanı da ‘ekran nöbetçisi’ gibi davranarak endişeyi yaydı...
Olayın hemen ertesinde, o sırada kendisine bağlı ‘psikolojik
mücadele’ ile ilgili bir birimin planı gereği ekrandan ekrana koşan devlet
bakanının düzenlediğini yazdım. Pek az kişinin bildiği bir gerçek, aynı
zamanda asker kökenli ve psikiyatri uzmanı ünlü bir doktor olan bakanın,
o güne kadar varlığı ve hiçbir faaliyeti duyulmamış psikolojik mücadele
birimini dirilttiğiydi. Birim, uzun yıllardır ilk defa, kitleleri sokağa
dökmek üzerine bir deney yapmıştı Bosna’daki çirkin savaşı kullanarak...
Yakın dostum olan bakanla yazının çıktığı gün Meclis’te karşılaştığımda,
bana verdiği bütün tepki, “Beni gereğinden fazla büyütmüşsün” cümlesi oldu.
1994 nisan ayı dolayına “Neler oldu?” diye bir göz atarsanız
göreceksiniz; mayıs ayı içerisinde, hükümet, ekranların kışkırtma amaçlı
kullanılmasını bahane ederek, bugün bile sert eleştirilere muhatap olan
Radyo Televizyon Üst Kurulu Yasası’nı Meclis’e getirdi. “Gorajde’ye kimyasal
silah” haberi ve ardından kitlelerin ayaklanarak sokaklara dökülmesi manzarası
yaşanmasaydı, RTÜK Yasası’nın bu denli anti-demokratik hükümler içermesi,
o günün ortamında söz konusu bile olmazdı. Hak ve özgürlükleri tam anlamıyla
kısıtlayan Terörle Mücadele Yasası da, aynı yılın sonbaharında , yine Gorajde
görüntüleri sayesinde daha sertleştirildi.
Geçmişe bakıldığında da buna benzer durumlarla karşılaşılabilir.
Şimdilerde devlet organizasyonu olduğundan müthiş kuşkulanılan 1977 1 Mayıs
olaylarını, kanlı pazarları, hep Takrir-i Sükun Yasası türü düzenlemeler
izlemiştir. Bazıları, başka konularda beceriksiz olsalar bile, sebep-sonuç
ilişkilerine psikolojik zemin hazırlamada, kim ne derse desin, üstlerine
yoktur.
En başta, “Ne münasebet?” diyeceğinizi tahmin etmiştim. Ancak
sözün burasında, öyle sanıyorum ki, beş yıl öncesinde yaşanan o olayla,
şu sıralarda bir çok ilde meydana gelen gösteriler arasında irtibat kurmakta
fazla zorlanmıyorsunuzdur. Doğruyu neden gizleyeyim, her akşam televizyon
ekranı karşısına, yüzleri okumak için oturuyorum ben. Ekrandan her akşam
evime düşen görüntülerde, ilm-i sima bilgimle, bağırıp çağıranlardan hangisinin
ne gibi bir amaçla orada bulunduğunu tespit gayretine düşüyorum. Bir yandan
da, dünyanın dört bir yanına dönerek, son görüntülerin ne tür bir oldu-bittiye
dönüşeceğini kestirmeye çabalıyorum. Yine bir kazık yiyeceğiz, ama nasıl
bir kazık olacak bu?
Abdullah Öcalan’ın İtalya’da hüsn-ü kabul görmesi kamuoyu
vicdanını yaraladı elbette; ancak, sokaklara taşan tepkilerin Türk milletinin
genel tavrını yansımadığına inanıyorum ben. Bayrak yakma, malı tahrip,
yol kesme türü eylemleri, gözü hiçbir şeyi görmeyen ideolojik gruplar yapabilir;
ama sıradan vatandaşlar, yaşlı-başlı amcalar ve teyzeler öne sürülerek
bu tür eylemler gerçekleştiriliyorsa, bunların masum birer gösteri olacağına
inanamam ben. Bizim geleneğimizde bayrak, mülkiyet o kadar kolay gözden
çıkartılacak kavramlar değildir çünkü.
Görülenler belki de gerçekten masum birer kitle olayıdır;
ancak şu sıralarda konunun taşıdığı nezaket ve ülkenin uluslararası ilişkilerini
zedeleme ihtimalini içinde barındırması yüzünden, bir çok kişi, bu olaylarda
da, benim beş yıl önce Bosna-Hersek’le ilgili haber ertesinde yaşandığını
tespit etmeme benzer bir tertip hissine kapılıyor. Geçen gün, böyle konularda
yazdığım senaryolar yüzünden beni hep ayıplamış, ‘komplo teorisi’ anlamına
gelecek her türlü söz ve görüntüden uzak durmaya çalışan aklı başında bir
dostum, “Bu işin arkasında istihbarat örgütleri var” demesin mi? Bu sözü
söyleyene bakakaldığımı burada itiraf etmek zorundayım.
Gorajde eksenli olayı düzenleyen birim, o olaydan kısa bir
süre sonra, devlet bakanlığının görev sahasından kopartılıp devletin daha
önemli bir kurumuna bağlandı. Bu arada, Batı ülkelerinden uzmanlar çağırılarak,
psikolojik mücadele konusunda taktikler almayı sürdürdü. Birime bağlı olarak
görev yapan bilimadamlarının sayısı da zaman içerisinde arttı. Öyle inanıyorum
ki, o birime bağlı uzmanlar, geçmişte kolay teşhisi sağlayan acemiliklerden
uzak durmayı da öğrenmişlerdir.
Bu tür olaylarla karşılaştığımda olayın kendisinden çok arkasından
gelecek sürprizlere hazırlarım kendimi ben. Beş yıl önce RTÜK ve Terörle
Mücadele yasalarıydı sürpriz. Şu günlerde yaşadıklarımızın sürprizini de
bekleyin, mutlaka bir biçimde kendini belli edecektir.
|