|
Gazeteci Yavuz Gökmen’in vefatı unutulmaya yüz tutmuş bir
gerçeği görmeyen gözlere bile soktu: Bizim insanlarımız sevdiğini iyi seviyor...
Vefat ettiğinin duyulduğu ilk andan itibaren, çoğu Yavuz’un okuru bile
olmayan, bazısı hayatında onun yazdığı Hürriyet gazetesini bir gün bile
almamış insanlar gözyaşı döktüler... Hastane kapısına onlar yığıldı, cenaze
namazında onlar vardı, defin merasiminde en fazla ağlayanlar onlardı...
Yavuz
Gökmen’in vefatı üzerine yazılmış yazıları bir de bu gözle okudum; “Onu
değerlendiren yazıları yazanlar onun bu kadar sevilmiş olmasının sebebini
anlamışlar mı?” sorusuna cevap aradım bütün değerlendirme yazılarında.
Ne yalan söyleyeyim, çoğu yazar, hayatında Yavuz’u anlamadığı gibi, ölümünden
sonra onun gördüğü ilgiyi de doğru değerlendiremedi. Üzüntüm olmasa, “Vay
be, biz Yavuz’un bu kadar beğenilen bir yazar olduğunu bilmezdik” türü
dokundurmalara gülebilirdim.
Her yazarın fanatik izleyicileri vardır, eminim Yavuz’un
her yazdığını satır satır okuyan dikkatli okurları mutlaka olmuştur. Ancak,
vefatı sonrasında Yavuz Gökmen’e gösterilen ilginin onun yazarlık kalitesiyle
pek az ilişkisi var. En iyi okuyucularından biriyim ve her yazdığını kendisinin
de ciddiye aldığını biliyorum; ama onun her yazdığında keramet bulan okur
sayısının fazla olduğunu hiç sanmıyorum. Bir şey daha söyleyeyim: Vefatı
üzerine “Babanı değerlendir” diye mikrofon uzatılan büyük oğlu Altan’ın
da bütün açıklığıyla söylediği gibi, Yavuz, her faniden farksız olarak
zaaflarla doluydu; belki kendisine sorulsa, “Zaaflarım benim övüncümdür”
diyecek kadar aykırılığı kuşanmış biriydi Yavuz Gökmen.
Bugüne kadar çok gazeteciyi, çok yazarı kaybettik. Herbirinin
ardından ağlayanlar, gözyaşı dökerek takdirlerini ifade edenler oldu. Ancak,
benim hatırladığım kadarıyla, hiçbiri Yavuz’a gösterilen ilgiden nasibini
alamadı. Eminim, ondan daha ünlü, daha fazla maaş alan, daha sosyal meslektaşlar,
Allah gecinden versin, öldüklerinde, işte buraya yazıyorum, Yavuz Gökmen’e
insanların gösterdiği sevecenliğin ondan birini bile göremeyecekler. Yavuz’un
sevilmesinin, popülerlik, maaş, sosyallik gibi göstergelerle hiçbir ilgisi
bulunmuyor çünkü. Bir şeyi daha ekleyeyim: Sevilmesinin tılsımı kendi sempatikliği,
yakışıklılığı da değildi; Yavuz sempatik olmaya çalışmayan biriydi üstelik...
Millet dediğimiz insanlar topluluğu kendisini seveni bilip
ona aynıyla mukabele ediyor. Yavuz’un sevilmesinin tılsımı bu kadar basittir.
Millet, Menderes’i nasıl sevdi ve bugüne kadar unutmadıysa, Turgut Özal’ın
arkasından nasıl gözyaşı döktüyse, Yavuz’un ölümünü de aynı derecede elem
verici buldu. Kendisini seven ve o sevgi uğruna her şeyini fedaya hazır
bir kişiyi kaybettiğini hissetti millet ve bunun için ağladı.
Yavuz’un
sevgi halesini koyulaştıran, hiç kuşkunuz olmasın, 28 Şubat sürecidir.
28 Şubat süreci, ülkedeki demokratik sistemin üzerine kalın bir şal örttü;
demokrasiye epey ters düşen uygulamalar o şalın altında gerçekleştirildi.
O uygulamalar sırasında, daha önce demokratlığı kimselere bırakmayan, istenmeyen
gelişmeler olduğunda göğüslerini siper edecekleri sanılan insanlar kötü
bir sınav verdiler. Güç karşısında eğilmeyen kalmadı. Siyasiler, sağa bakarak
hizaya girdiler. Bürokratlar, bilim adamı geçinenler, işadamları, brifinglerde
ön sıralarda görünmek için kendilerini paraladılar. Gazeteler birer bültene
dönüştü, anlı-şanlı gazeteciler, yazarlar, psikolojik savaşın sadık birer
neferi olmayı gönüllerine yedirdiler.
Milletin ibretle seyrettiği bu çirkin manzarada tek tük güzel
unsurlar vardı. Sadece birkaç aykırı ses duyuldu bu hengamede. O güzelliklerden,
aykırı seslerden biriydi işte Yavuz Gökmen. Kalabalıkların aldatıcı kolaycılığına
kaptırmadı kendini, onun gibi düşünmeyenlerin bile haklarını savunmaktan
geri durmadı. Horlanmayı, kınanmayı göze alarak hem de... Kendi gazetesinde
küfürlere muhatap oldu. Gazetesinin genel yayın yönetmeni bile, ölümünden
sonra, “Ona çok haksızlık ettim” itirafında bulunmadı mı? Güç karşısında
eğilip bükülenler, sağa bakıp hizaya girenler, garnizon demokratlığıyla
yetinenler, ruhlarında duydukları ezikliğin acısını, hınçlarını Yavuz Gökmen’e
yönelterek unutmaya çalıştılar. Millet de bunu anladı ve Yavuz’a sahip
çıktı işte.
Biraz keskin gibi gelebilir, ama üzerinde düşünülmesini isterim:
Onun kendisine uyguladığı oto-sansür ve ona gazetesinin yöneticilerinin
reva gördüğü doğrudan-sansür yüzünden, Yavuz Gökmen, her düşündüğünü yazamadı;
o yüzden vefatına gösterilen alışılmadık ilgi yazıları sebebiyle olamaz.
Haftada bir gün, Kanal-7’deki ‘Başkent Kulisi’ programı Yavuz’a gerçek
bir çıkış kanalı sağladı; sevilmesinin temeli, gazetesi yönetiminin izin
verdiği dönemlerde katıldığı Başkent Kulisi’nde söyledikleridir. Görüntüsüyle
mert, gözünü budaktan, lafını dudaktan sakınmayan bu gerçek demokratı,
adam gibi adamı, ruhunda yaşattığı aristokratlığa rağmen sevdi millet.
Onu kendinden bildi ve kaybını, tıpkı Menderes’in ve Turgut Özal’ın kaybı
gibi, kendisinden bir eksilme olarak gördü...
Yavuz’un, hayatında kendisinin farkettiği, ölümünden sonra
herkese farkettirdiği gerçek budur: Bizim insanımız, kendisini seveni
sever, kendisine ters bakanı, hor göreni hemen fark eder ve ona tavır koymaktan
geri durmaz. Bu gerçek anlaşılmadığı içindir ki, gazeteler satılamıyor
bugün, kendi çevrelerinde afra-tafra dolaşan ünlü yazarlar, gazeteciler,
halkla birebir temastan korkuyorlar.
Yavuz Gökmen’in ölümü kendilerini ölümsüz sananlar için bir
ibret dersidir. Ölüm bu dünyanın bir gerçeği; ölümsüzlük yalnızca milletin
sevdikleri içindir. Yavuz Gökmen, konuşmanın bedel ödemeyi gerektirdiği
zor bir ortamda, bunu göze alarak konuştuğu için ölüme gülerek gidebildi.
|